"Ödüm koptu, Jeongguk.""Sekiz katlı, koca apartmanın içinde bir başına yürümek o kadar kolay mı sence, Taehyung? Karanlıktan önümü göremiyordum! Az kalsın annem uyanıyordu zaten, çok korktum."
"Kaç kez diyeceğim sana, pencerenden atlayabilirsin diye? Şu inadını bir kıramadın."
Ufak bir tartışma, fısıltılar içinde odayı kuşatmış durumdaydı zira Jeongguk gelmesi gerektiği saaten on dakika geç gelmişti. Tabii durum böyle olunca, Taehyung pencereden dışarı kafasını iyice çıkarıp yüreği ağzında beklemişti Jeongguk'u. Ya yakalandıysa, düşüncesi kalbinin korkuyla hızlanmasına neden olmuştu. Bu olasılığı düşünmemeye çalışmıştı fakat olan şey yalnızca şuydu: Jeongguk, karanlık korkusu sebebiyle evde biraz fazla ses çıkartmış, annesinin uyanacağını düşünerek yatağına geri dönmüştü. Birkaç dakika süren sessizlikle bir sorun olmadığına karar verip bu sefer korkusundan neredeyse nefesini tutarak hızlıca çıkmıştı evden. Onun küçük ve hindistan cevizi diyerek dalga geçtiği yuvarlak kafasını gören Taehyung ise rahatlayarak odasının penceresinden içeri girdiği gibi Jeongguk'u azarlamalarına maruz bırakmıştı. Yaklaşık on beş dakikadır atışıyorlardı.
Jeongguk buruşmuş yüzüyle cevap verdi, "Oldu canım, düşeyim de alnım morarsın yine. Sonra iki hafta dalga geçiyorsun benimle Taehyung, ölürüm de inmem bir daha o pencereden."
"Ödleksin."
"Susar mısın."
"Taehyung, dinliyor musun sen beni?" Jimin kaşlarını çatarak meraklı bir tonda konuştuğunda, Taehyung düşüncelerinden sıyrılmak için birkaç kez gözlerini kırpıştırdı.
"Evet, evet, özür dilerim. Ne diyordun?"
Ne zaman bu sahil kenarına gelse, zihninde beliriveren çocuğun gülümsemesi düşüncelerine yıldız tozları serpiyordu, o iri, çocuk gözleri sanki gerçekten kendi gözlerine bakıyordu; Jeongguk'un çocukluğu onu hep kucaklıyordu, geçmiş zamanın, o eskiyen kıyılarında bir yerde olsa bile.
"Yoongi diyorum, takılmak isteyip istemediğimi sordu bugün. Bara benzer bir mekânda, dedi. Bu haftasonu buluşmak istiyor."
"Bu iyi bir haber. Niçin tedirginsin bu kadar?" Jimin dizinde yırtıkları bulunan pantolonuyla uğraşıp dururken, yüzü ekşi bir şey yemiş gibi büzüldü, "O kadar mı belli oluyor?"
"Altı senelik dostluk tecrübesi diyelim." diye cevapladı Taehyung onu, gülümseyerek. "Çıkar ağzındaki baklayı şimdi."
Jimin gergince gülümsedi, parmakları dizindeki yırtıkta bulunan ipleri çekiştiriyor, oynuyordu. "Şey diyecektim.. Sen de gelsen, ne güzel olurdu? İlk buluşmamız olduğundan biraz endişeliyim. Öyle daha rahat hissederim belki."
"Başka birileri de olacak mı?"
"Hayır, sadece üçümüz."
"Pekâlâ öyleyse, mühim bir işim çıkmazsa gelirim."
Jimin rahatlayarak nefesini verdiğinde kollarını sıkıca Taehyung'un boynuna dolamıştı ki hiç bekletilmeden karşılığını da aldı. Birkaç saniye sonra ayrıldıklarında, yaklaşık son bir saattir Taehyung'un dalgınlaşmasına neden olan şeyi sormak istiyordu fakat tahmini yüzünden tereddüt içindeydi. Gözünün ucuyla ona bakıyor ve sonra çabucak çekip başka bir şeyle ilgileniyormuş gibi yapıyor, başka şeylerden bahsedip duruyordu. Taehyung tebessüm etti yine bu hâline. "Jimin, söylemek için kıvrandığın ama söyleyemediğin bir şeyler olduğunda şaşkın ördeklere benziyorsun. İşe yaramıyor artık bu bende. Söyle o yüzden ne söyleyeceksen."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
önce öp, sonra doğur beni
FanfictionÇünkü o bana her şeyi öğretti, Taehyung. Ama bir gün giderse eğer, yokluğunda ne yapacağımı hiç öğretmedi.