1.Sezon 1.Bölüm: Yeni Bir Dönem

358 11 4
                                    

Aylardan Eylül'dü ve ben henüz yaşayacağım maceranın ateşinde kavrulmamıştım. Yeni bir ortam ve yeni arkadaşlıklar beni bekliyordu. Güzeldi eğleniyordum fakat içimde çözüme kavuşmamış birkaç burukluk vardı sanki, çözemiyordum. Belkide bu buruklukların sebebi kaçırdığım şanslar, yaşadığım hayal kırıklıkları ve cabasıydı. Yine de emin olamıyordum. Bunları bir yana bırakıp eğlenmeye ve ders çalışmaya odaklıyordum kendimi. Gerçi ders konusu ile ilgili çalışmalarımın pek verimli geçtiği söylenemez...

Aradan geçen on beş günün ardından Eylül'ün sıcaklığını terk ettiğini ve Ekim'in soğuğunun artık iliklerime işlediğini hissedebiliyordum. Salı günüydü. Okulumdaki Edebiyat öğretmenimden izin alıp kafeteryaya inmiştim. O içimi ürperten soğuğun bir nebze azalması için kahve alacaktım. Kahveye gerek kalmadığını içtenlikle söyleyebileceğim bir durumla karşı karşıyaydım. Bir çift kahverengi göz bana bakıyordu. Bilmiyorum belkide bana anlamlı gelmişti o gözler. Yine de içimi ısıtmayı ve bana tebessüm ettirmeyi başarmıştı. Kalbime dokunan o yağmur sonrası toprak gibi kokan kahverengi gözleri...

Eve geçmiştim fakat unutamıyordum bana nasıl baktığını. Kendime kızıyordum sürekli cesaretsizliğimden ötürü. Keşke diyordum, keşke azıcık cesaret sahibi olsaydım da yanına gidip ismini öğrenebilseydim. Daha sonra yenilgiye doyumu olmayan asosyal çocuklar gibi bir düşünce geçmişti aklımdan: "Olsun sonuçta aynı okuldayız elbet karşılaşırız."  Yediremiyordum artık kendime, sadece onunla konuşamadığım için değil aynı zamanda bu cesaret maskesini hala yüzüme takamadığım için. Uyuyamıyordum. Tan ağarmıyordu bir türlü, sanki zaman bana küsmüş, parkta dondurması elinden alınan çocuk gibi bana sırtını dönmüştü... Kıpkırmızı gözlerle sabahı odamdaki ufak penceremin buğulu camından dışarıyı izleyerek bekledim.

Nihayet sabah oldu. Ayrı bir seviyordum sabahın ilk ışıklarını. Çünkü yeni bir gün başlıyordu o aydınlıkla benim için. Hemen uyku sersemliğimden kurtulup, bir an önce okula gitmek için günlük rutinlerimin vazgeçilmezi olan kahvaltımı hazırlamaya, mutfağa doğru hareket ettim. Çayım için Kettle'a koyduğum suyun ısınmasını beklerken birkaç saniyeliğine kendimden geçtim. (Garip gönlüm,kendine gelemedi tabi saatlerdir.) Kettledan çıkan 'tık' sesiyle daldığım o hayal âlemi gitti, gerçekler yani bir saat içinde okulda olmam gerektiği gözümün önüne geldi. Kendime her zamankinden fazla özen gösterdim. Saçlarımı daha düzenli tarayıp, dişlerimi çok daha özenli fırçaladım. Belki onu tekrar görme şansım olur diye.

Evden aceleyle çıktım fakat unuttuğum çok önemli bir şey vardı; annemi öpmeden çıkmıştım. Hızlı bir şekilde eve dönüp annemi öptükten sonra okula yine aynı hızla hareket ettim. Saçlarım dağılmış, nefes nefeseydim. Bir de üstüne geç kalmıştım. Okulumuzun müdürü Mr.Jones geç kalanlara klişeleşmiş vaatlerinde bulunurken, nefesimi toplamakta güçlük çekiyordum. Kafamı önüme eğdim ve ayakkabılarımın bağcıklarının açıldığını gördüm. Eğilip bağcıklarımı bağladıktan sonra Mr.Jones'un geç kalanları içeriye almaya başladığını gördüm. İçeri girdikten sonra okulun atmosferini içime çektiğimde bugün tiyatro seçmelerinin olduğunu hatırladım. Seviyordum tiyatroyu, beni herkesten, her şeyden uzaklaştırmada birebir tedavi kaynağımdı. Okulumuzun tiyatro ve edebiyat öğretmeni Mrs.Sarah, üç erkekli dört kızlı bir müzikal tiyatro senaryosu hazırladığını ve öncelikle başrol için bir erkek bir kız seçeceğini belirtti. En sonda da ben vardım ve toplamda otuz üç kişi başvurmuştu.

Mrs.Sarah'ın katı ve kalp kırıcı olduğunu bir kez daha sahneden şiş gözlerle inen arkadaşlarımdan anladım. Böyle bir durumla yakın bir süre sonra karşı karşıya geleceğimi bildiğim için bir an önce o bahsettiğim cesaret maskesini bir yerden bir şekilde bulup takmalıydım. Yağmurun toprağı ıslattıktan sonraki o temiz kokusu burnuma esti. (Evet kimden bahsettiğimi biliyorsunuz.) O da oradaydı. Sıramızı beklerken göz göze geldik. Dünkü cesaretsizliğimden kaynaklı başarısızlığımı başarıya çevirmek için bir şans daha doğmuştu bana. Cesaret maskem o olmalıydı. Heyecanımın cesaretimin önüne geçmesine izin vermemeliydim. Vermedim de. Sıra bizdeydi ve şans bu ikimizde birbirimizin karşısına çıkmıştık başrol seçmelerinde. O an anladım cesaretimin yerine oturduğuna. Elim titremiyordu ve onun o saf güzelliğini heyecanlanmadan su gibi akıp geçen zamanda gözlerimin ve kalbimin bütün sinir uçlarında düne göre çok daha iyi algılayabiliyordum. Başrol diyaloglarımızı sonlandırdıktan sonra Mrs.Sarah tek bir kelime bile etmeden bizi yerlerimize gönderdi. Artık sonucun açığa kavuşma zamanı geldi. Herkesin ayrı ayrı yutkunmalarını duyabiliyordum, o hariç. O kadar soğukkanlı olması bile hayran ettiriyordu insanı kendisine...

Mrs.Sarah: "Söyleyeceğim isimler bir adım öne çıksın, onlar bu oyunda başrolü kazandılar." dediğinde kafamı kaldırıp gururlu bir şekilde baktım gözlerimin ucuyla kahverengi gözlü güzele. "Brandon" dedi ve öne çıkmamı istedi Mrs.Sarah. O anki havamı soğukkanlı bir tavırla sergilemeye çalıştım ve buna her zamanki gibi titrek ellerim engel oldu. İkinci ismi açıkladığında ise benim cesaret edemediğim bir gerçeği öğrendim. Benim kırmızı şişmiş gözlerimle okula gelmemin sebebi ve düşünmekten kendimi alıkoyamadığım o saf güzelliğin ismi artık beynimin en derin noktalarında kendine Krallık oluşturdu. İsmi Rosa. Ve artık bu iki güzel haberin verdiği mutluluktan sonra rahat bir uyku çekebileceğimi biliyordum.

JuventasHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin