1.Bölüm: Toprağın Kızı

89 1 0
                                    

O gece gökyüzü olabildiğince fazla su bırakmıştı yeryüzüne. Sanki canı yanan, kalbi kırılan bir kadın gibi ağlayarak akıtmıştı yaşını toprağa. Havayı aydınlatan her şimşek onun ağlamalarına sinirlenen, bunu kendine yediremeyen bir sevgili gibi hiddetle ve sinirle parlayıp yıldırım olarak bırakmıştı kendini bulutlar arasından. Gece şefkatle sarıp sarmalamak istese de onun masum bedenini, hırçın esen rüzgar müsaade etmiyordu buna. Ağaçlar rüzgarın şiddetiyle dans ediyor, yaprakları akan yağmur taneleriyle ıslanıyordu.

Gece, tüm karanlığını kusarcasına yıldızsız ve bir o kadar da soğuktu sağanak yağan yağmurdan sonra. Çöken sis bir yorgan misali kaplamıştı etrafı. Uğuldayan orman toprak kokusunu içine hapsederek yaşananlara ev sahipliği yapıyor ve yeşeren bu yeni tohum için yer açıyordu dalları arasında.  Rüzgar hırçınlığından vazgeçip hafif bir esintiye dönüşerek yapabildiğinin en iyisini sergilemeye başlamış ve doğa birbiriyle dost olmaya karar vermişti sanki. Gizlendikleri yerlerden çıkmaya başlayan hayvanlar yeni bir günü selamlamaya hazırlanıyorlardı. Ürkütücü olmaktan vazgeçip ufuk çizgisinde beliren gün ışığıyla aydınlanmaya başlayan gece başka bir yeri karanlığa hapsetmek üzere kısa bir veda edip gidiyordu yine geleceğini hatırlatır şekilde. Sabah olduğunda ıslanan toprak ağaç gölgelerinin dansına tanık olup yeşilin envai çeşit rengine ev sahipliği yapıyordu. Kahverengi toprak çimenlerin yeşiliyle kendini güzel göstermeye çalışsa da üzerinden akan kana tiz çığlıkların ritmi eşlik ediyordu. Kendini büyük gri bulutların arasından tamamen gösteren güneşin sıcaklığıyla karınlarını doyurmak için yem arayan kuşların kanat çırpma sesine karışan bu çığlıklar rüzgar ile taşınıp bir çift kulağa ulaşmayı başarmıştı. Hayvanlar doğa ile bütünleşip bir olsalar da onu kabul etmek istemiyorlardı.
O buraya ait değildi!
Çokta uzakta olmayan bu kulakların sahibi karşılaşacağı manzaradan habersiz kucağına topladığı çalı çırpıyı bir kenara bırakarak adımlarını sesin geldiği yöne çevirdi. Yanından sakince akan dere tüm gece bütün yağmur suyuna kendini genişleterek kucak açmış bir çağlayan gibi gürlemişti. Şimdi bu sakinliği ile oldukça şaşırtıcı bir hale bürünse de kendisini harita olarak kullanan bu ormancıya yoldaşlık ediyordu. Yükselen ağlama seslerine yaklaştıkça korku benliğini sarıyor ve karşılaşacağı şeye kendini hazırlıyordu. Uzun yıllardır bu ormanda yaşayıp topraklarında buldukları huzura zehir nüksetmiş ve yuvalarının üzerine dipsiz bir karanlık çöreklenmişti. Bu çığlık tahmin ettiği şeyse bir nebze de olsa karanlığı yararak ışık içeriye süzülebilecekti. Karısının hapsolduğu çaresizlik, mutsuzluk ve umutsuzluk denizinde kürek çekmek oldukça zorlaşmış gemisinin su aldığını hisseden bir kaptan olmuştu. Batmanın eşiğine vardığı noktada gemiyi terk etmek üzereyken duyduğu bu çığlık bir kurtuluşun, yeni bir hayatın habercisiydi. Hızlanan adımlarıyla birbirine dolanan ayaklarına, ona gitmesine engel olmuş gibi kızarak söyleniyor ama asla sese ulaşmaktan başka bir şey düşünmeyip vazgeçmiyordu.

Her adımında biraz daha yaklaşıyordu bilinmezliğe. Nefes nefese kalmış ama umursamadan yürümeye devam etmişti. Kan ter içinde kalan vücudunu taşımakta zorlanır hale gelmiş ama en çok zihninde dolaşan düşüncelerin ağırlığıyla bitap düşmüştü. Kalbi hırçın bir kar fırtınasıyla mücadele eder gibi atıyordu. Biraz durup dinlenmek istese de havaya karışan ağlama sesleri soluklaşmaya başlamış ilk andaki gücünü kaybetmişti bu da korkmasına ve endişelenmesine sebep olmuştu oduncunun. Sese ulaşıp gözleriyle görene kadar orada olduğunu, karısının ağlamaları eşliğinde ettiği duaların kabul olduğunu hatta tanrının bile yukarda veya aşşağıda her nerdeyse artık varlığını reddedecekti. Koşmaya başladı, üzerinde ağırlık yapan eskimiş montu bir kenara fırlatarak koştu, koştu ve koştu…
Nasırlı elleriyle araladığı dalların arasından baktı.  İşte tam karşısındaki asırlık ağacın dibinde gökte olmayı hak eden yaprakların arasından  onu alması için bekliyor kucak açıyordu çamur ve kana bulanan  bedeniyle. Gördüğü manzara karşısında yorulan kalbini biraz dinlendirip şaşkınlığını üzerinden attıktan sonra sırtını dikleştirip yaklaşmaya başladı. Çevreye bakmayı da ihmal etmiyor belki bırakan pişman olur bir yerlerden çıkarak almaya gelir diye tedirgin adımlarla ilerliyordu. Asla böyle birşeyin olmasını istemezdi. Çünkü koşarken geçtiği her toprak tanesine ezdiği her bir otun dibine umutlarını ekmişti.

Yüzüne bakan bir çift yeşil gözle şefkatle sarmalanan kalbi duyduğu her korkuyu her endişeyi bir kenara bırakıp huzura teslim oldu. Gözlerinden akan iki damla yaş kanlı toprağa düştü.  Dizleri üzerine çöküp görünürde kimse var mı diye baktı, yoktu! Ama bu bebeği buraya bırakan kişi çok fazla uzaklaşmış olamazdı çünkü minik beden yeni doğmuş üzeri kanlı, çıplak ve göbeğinde sarkan bağıyla duruyordu. Göbek bağı kesilmemiş sanki koparılmıştı. Düşüncelerini bebeğe yoğunlaştırmak istese de doğum yapan kadını da getirdi gözlerinin önüne. Nasıl olduğunu iyi bildiği bu çaresizlik duygusuna  ve vazgeçmenin verdiği acıya  göğüs germeyi düşünen kadına saygı duydu. Fakat o iyi miydi? Bir anneyi bebeğinden ayıracak olma fikriyle bulandı zihni. Kendisini izleyen biri varsa diye onu korkutmamak adına alçak bi tonla seslendi  asırlık ağaçların ardına;

“ Heyy! Kimse var mı? Bu bebek donacak burada. Oradaysan lütfen ses ver yardımcı olabilirim sana. Kulübemiz yakında! ”

Bekledi ama hiçbir karşılık alamadı sorularına. Tekrar baktı kanın ve çamurun yıkadığı bedene.  Neden bir battaniyeye sarmak bu kadar zor gelmişti? Ya da en azından kuru, kuytu bir yere bırakmak? Anlamsız ve cevaplarını asla duyamayacağı soruları bırakıp üzerindeki eski gömleği çıkararak bebeği yattığı ıslak toprağın üzerinden alıp sardı. Kalkacağı sırada gözüne çarpan zinciri de avucunun içine alıp kucağındaki küçük kızı da etrafını saran heyecana ortak etti ve karısına doğru sessiz zafer nidaları eşliğinde yürümeye başladı.  O uzaklaştıkça topraktan daha önce kimsenin görmediği bir çiçek baş gösterdi. Bu çiçek yayılarak çoğalacak tüm dertlere deva olmak için varlığını sürdürecekti. Gün gelecek koparılacak solup gidecek ama bir şekilde tekrar yeryüzündeki yerine geri dönecekti. Ama şimdi  mezarların üzerine konan bir vedanın habercisi gibi büktü boynunu.

Günler önce kendi bebeğini toprağa bırakan acılarla sarmalanmış bir kadın şimdi toprak üzerinden alınan bir bebek sayesinde yitirdiği anneliğine kavuşacaktı. Duaların bu kadar çabuk kabul  olması çektikleri acının karşılığı gibiydi. Bebeklerinin ölü doğduğunu kasabadan doktor harici bilen yoktu. O yüzden kimseye açıklama yapmak ya da bebeğin ailesini aramak gibi bir niyeti olmayacaktı. Bu bebek onlara aitti! Ve ondan vazgeçmeyecekti! Karısının memelerinden akan sütle karnını doyuracak, ördüğü yün battaniyelere sarılacaktı. Uğruna canını bile vermeye razı olduğu karısı için kendisinin olmayan bu cana babalık yapıp, bağrına basacak, koruyup kollayacak yapabildiği en güzel şey olan sevgi ile dört bir yanını güzelleştirecekti. O tanrının bir hediyesiydi… Dudakları arasından fısıltı şeklinde şu kelimeler döküldü oduncunun;

“Hoş geldin toprağın kızı, hoş geldin!”

KUTSAL (Toprağın kızı) +18Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin