5: tüm kutsallar ve sen.

289 13 38
                                    

☭

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

kesit 5: sahibini kirletir, 1948

Yağmur çoktan dinmiş yerini akıl almaz bir ayaza bırakmıştı öyle ki burnunu dışarıya çıkarttığın anda hayali kesikler sızlatıyordu etini. Üstelik yemekhanenin içi de en az dışarısı kadar soğuk bir havayla çevriliydi fakat sebebi ayaz yüklü ağaçlar değil kendilerince bize moral vermeye çalışan Üstlerimizin bizimle yemek yemesiydi. Amaçları her neyse onlarada bir süre sonra anlamsız gelmiş olmalıydı ki ardı sıra sigaralarını yakıp sessizlikleri ve gereksiz varlıklarıyla ortamı daha da gerdikten sonra gitmişlerdi.

"Acaba nasıllar?"

İki masa yanımda oturan kalabalık bir grup yeşil çaylarını yudumlarken dalgın bir şekilde mırıldanmıştı. Fakat kimse cevap vermemiş anlamsız bir şekilde bana kaçamak bakışlar atmaya devam etmişlerdi. Umursamadım. Her zaman beni yargılayan, suçlayan, ötekileştiren ya da aşağılayan bakışlar atarlardı. Bir neden olmasına gerek yoktu onlar için. Onlar şuursuz hareketlerle doğmuşlardı, bense derin bir öfkeyle. Herkese ve her şeye inanılmaz bir öfke hissediyor, kimseyi görmeye ve duymaya katlanamıyordum. Şakaklarımda bir damar sıkışıyor, gözlerim seğiriyor, yemek yerken çıkan çatal kaşık sesi kulaklarımdan sızıp beyin kıvrımlarımda çivili ayaklarıyla dans ediyordu. Yinede kendimi kaybetmek gibi bir ayrıcalığım olmadığından bakışlarımı hemen yan sandalyemde oturan miniğe çevirdim. Siyah tüyleri iyice kabarmış, sütünü içtiği için karnı doymuş, şapkamın içi ona göre rahat ve sıcak olduğundan uyuyakalmıştı. Parmaklarımla başını okşadım. En azından birimiz artık huzurluyduk.

Sonra bir gümbürtü koptu. Telaşlı bir Er yemekhanenin kapısına çarparak açmış, sonrasında hemen kapayıp sırtını yaslamıştı. Bir şeylerden kaçar gibi bir hali vardı. Derin derin soluyarak etrafına bakındıktan sonra ağlamaya başladı.

Anladım o an her şeyi. Gözlerim istemsizce duvarda asılı duran saate takıldı. Akşamın sekizine on dakika kalmıştı.

Haber, gitmelerinin üzerinden on beş saat geçtiğinde gelmişti.

"Yuan, ne oldu?"

Askerler aynı telaşla kapıda bekleyeni çekeleyip bir sandalyeye oturtmuş, sakinleşmesi için bir bardak su getirmişlerdi. Elleri titriyordu. Gözlerinin içine kan toplanmış, teni iki ton açılmıştı. Hayalet görmüş gibi bir hali vardı. Belki de gerçekten görmüştü, kim bilir? Gözlerimi tekrardan kediye çevirip parmaklarımın tersiyle başını okşamaya devam ettim.

"Gün-Güney tarafından Albay'ın odasına bir posta geldi. Önceki mektubu cid-ciddiye almadılar diye böyle oldu!"

"Ne postası?"

üç gecekondu, sorarlarsa hepsi soldu | YiZhanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin