Bu bölümü ikinci bölüm olarak yayınlamayı düşündüm. Ama ben bu kitaptaki bölümleri hep şimdiki zaman olarak yazmak istiyorum. Bu yüzden özel bölüm olarak atacağım. İkinci bölümü en kısa zamanda yazmaya çalışacağım. Eğer bu kitap beni sararsa, sevilirse bölümlere devam edeceğim. Ama eğer yazarken sıkılırsam ve beğenmezseniz bölümlerin hepsini yazıp iki, üç gün arayla atıp bitiririm. Ve oyların artmasını istiyorum ki, benimde yazmak için motivasyonum olsun. Eğer oylar artarsa bende daha sık bölüm atmaya çalışacağım. Hadi bakalım keyifli okumalar.
Hayatımızda en büyük acıyı sevdiklerimiz öldüğünde anlarız derdi annem. Bu yüzden sevdiklerimizin kıymetini bilmemiz gerektiğini söyler, dururdu. Çocukken oldukça yaramaz bir çocuk olduğumu, kimsenin sözünü dinlemediğimi, herkesi hep üzdüğümü söylerlerdi. Annem bu yüzden sürekli bu uyarıları yapardı. "Sevdiklerinin kıymetini öldüklerinde anlarsın. Bu yüzden şu üç günlük dünya da beni üzme güzel kızım." Derdi. Ben dinlemezdim onu yine, yine üzerdim onu. Ama onları sevmezdim. Ne annemi, ne babamı hiçbirini sevmezdim. Küçükken kendimce onları üzerek intikam alırdım. Her sabah suratımda ayrı bir morlukla uyanırdım, her sabah göz altlarımda farklı morluklar. Her gece ağlardım, her gece dövülürdüm. Yeni bir sabaha kalkardım. Üzerimde sadece iç çamaşırlarım olurdu. O zaman doğru düzgün ne olduğunu bilemezdim. Kollarım ve bacaklarımdaki morluklara bakar, bakar bana sinsi bir gülüş atardı. Annem beni böyle gördüğünde; "Ne bul hal git üstüne bir şeyler giy." Derdi. Odaya gidip üzerime bir şeyler giymeye giderdim. Odaya girer dolabın kapağını açacağım zaman ayna da kendimi görürdüm, ağlardım. Beş yaşındaki bir çocuğun bedeninin bu kadar mor olmayacağını bilirdim. Patlıcana benzedim diye ağlardım. Beni ekmek almaya gönderdikleri zaman sokakta benim yaşımdaki çocukların kollarını, yüzünü görürdüm. Onların vücutları çok beyazdı, benimki değildi. Bu dünyadaki en kötü şeydi. Üzerime kıyafetlerimi giyer, mutfağa giderdim. Sonra annem elime küflenmiş bir ekmek verirdi, yerdim. Ekmekler küflenene kadar hiçbir şey yedirmezlerdi bana. Gerekirse 3, 4 gün aç kaldığım günler olurdu. Akşama kadar onlardan kaçmaya çalışırdım, başka yerlere giderdim. Gece olurdu, odamda yorganımın altına girerdim, babamın beni orada bulamayacağını düşünürdüm. Gece odama girerdi. Seslenirdi bana. "Sonya gel güzel kızım. Neden kaçıyorsun ki benden?" Her gece yaptığı gibi yorganın altından bulurdu beni. Çekerdi yorganın altından. Her gece tecavüz ederdi beni. Ben kaçmaya çalışırdım. Kaçmaya çalıştığım her dakika döverdi beni. Ben acıdan inlerdim, bütün gece haykırırdım. Annem beni duyar, babamın ne yaptığını bilirdi. Ve hiçbir zaman beni o odadan çıkarmazdı. Bir gün kapıyı açıp, odaya gelmişti. Beni kurtaracak sanıp "Anne!" diye bağırdım, ayağına kapandım. Ama onun yaptığı; "Çok ses çıkartıyorsunuz, uyuyacağım. Ne yapacaksan sessiz yap." Deyip elimi bacağından çekip, kapıdan çıkmıştı. Babam bana gülüp tekrar yaklaştı yanıma. Benim o masum, küçük vücuduma dokunmuştu. Annem bana her bu cümleyi söylediği zaman ona şöyle derdim; "Ben sizi sevmiyorum ki." Oda yüzümü okşar gibi yapar, bana sert bir tokat atardı. Bir gün bu olaylardan bıkmıştım. Bir gün annemin babama bıçak tuttuğunu görmüştüm. Sonra bıçakla onun yüzüne atmış, kesmişti. Sonra babamın yüzünden dolu, dolu kan akmıştı. Her gece benden dolu, dolu kan akıyordu. Biraz da ondan kan akmalıydı. Mutfaktan büyük bir bıçak almış, onun odasına gitmiştim. Yatağında yatıyordu. Birden gözlerini elimdeki bıçağa değdirdi, ayaklandı ve bana yalvarmaya başladı. Elimdeki bıçak anca onun bacağına yetiyordu. Bıçağı ilk önce bacağına sapladım. O haykırdıkça benim içimin yağları eriyor, intikamımı alıyordum. Ardından dizlerinin üzerine düştü ve artık benim elimdeki bıçak onun kalbine denk geliyordu. Elimdeki bıçağı onun kalbine sapladım. Ve gözümün önünde öldü. Annem dışarı çıkmış, ancak şimdi dönmüştü. Sakin bir şekilde elimdeki bıçağı saklamadan onun yanına gittim. O elimdeki kanlı bıçağa bakıp, korkuyla bağırmaya başladı. Ben annemin neden bu kadar bağırdığını anlamamıştım. Ama o benim bağırışlarıma kulak vermiyor, hatta gülüyordu. Bende ona gülmüştüm. Güldüğümde tekrar bağırmaya başlamıştı. Beni de korkutmaya başlamıştı. Hiç tereddüt etmeden bıçağımı onun karnına saplamıştım. Boyu kısa olduğu için zorda olsa elim karnına ulaşıyordu. Bu sefer oldukça haykırmaya başlamıştı. Bıçağı orada bırakıp, üzerimdeki kanlı elbiselerimle evden çıktım ve sokakta yürümeye başladım. Ayağım çıplaktı, üzerimde ise yırtık, bana uzun olan bir eşofman ve üzeri kanla dolu olan bir gri tişört vardı. Saçlarım dağınık ve kirli. Yoldan geçen herkes bana acırcasına bakıyordu. Ama ben bu bakışların anlamını büyüdükten sonra anladım. Yürümekten yorularak bir çöp kenarına oturmuştum. Günlerimi o çöp kenarında geçirdim. Sokağa bırakılan çöpleri kendime yastık olarak kullanıyordum. Sonra bir sabah Emir geldi yanıma. Oda benim gibi çok küçüktü. "Neden buradasın?" Diye sormuştu. "Benim evim burası." Demiştim. Yastık olarak kullandığım çöp yığınlarına bakmıştı. "Burası çok pis. Benimle gelebilirsin, ben sana bakarım." Sokaktan geçen onca insan arasında bana yardım eden tek kişiydi o. Beni doğuran anne, babam bana bakmamışken, o beni bağlamıştı hayata. O gün elini uzattı bana. Tuttum elini, ayağa kaldırdı beni. "Ya elimi bırakırsan? O zaman kötü insanlar yine dokunur bana." Elimi daha sıkı tutup, "Bırakmayacağım. Ben senin ailen olabilirim." Dedi. Ve ömrü boyunca elimi bir kez bile bırakmadı. Küçük bir eve götürdü beni. İlk başta sadece ikimiz kalıyordu burada. Bir süre sonra beni hayata bağladığı gibi, başka çocuklarında elinden tuttu. Ben on yaşındayken, Emir on iki yaşındaydı. O gün Lâl'i getirdi yanımıza. O yanımıza geldiğinde sekiz yaşındaydı. Bir şekilde hayata tutunmaya çalıştık. Ben on üç yaşındayken Stefan aramıza katıldı. O geldiğinde on on dört yaşındaydı. En son aramıza Arda katıldı. Arda aramıza katıldığında ben on dört yaşındaydım. Emir on altı, Lâl on iki Stefan on beş, Arda ise on altı yaşındaydı. Ve aramıza ondan sonra kimse gelmedi. Biz hayatımızı beş kişi olarak yaşayacaktık. Bizim gibi olan herkese yardım edecek, aramızın bozulmasına asla izin vermeyeceğimize ant içmiştik. Hepimizin geçmişi kirliydi. Hepimizin geçmişi çok kirliydi. Ve biz birbirimizin yarasını sarmak için yaratılmıştık. Şu an 27 yaşındayım. Çocukluğumdan bu yana gerekirse gecelere kadar çalışıp, birbirimizi okutmuştuk. Hepimiz şu an devlete bağlı çalışıyoruz. Kişisel sorunlarımdan dolayı aldığım davaları çözemiyorum ve davalar masada kalıyor. Çalışabilmem bu davaya bağlıydı. Ben şu an en yakınımı kaybetmiştim. Beni hayata bağlayan benden gitmişti. Artık çalışsam bile umurumda olamazdı. Beş yaşımdan beri Emir Bulut'a aşıktım. Benim elimi tuttuğu gün ona âşık oldum. Ona onu sevdiğimi söyleyemeden o ölmüştü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AVCILAR
FantasyNida geleceğini korumak için, okyanusun gerçeğini öğrenmek zorundadır.