_⁶_

114 14 23
                                    

~3 HAFTA SONRA~

Felix kötü hissediyordu ve bu yeni bir şey değildi.

Ona iyi gelen tek insanı tanıdığından beri o artık kötü hissedebiliyordu sadece.

Lee Minho, bu çocuğa hissedilir bir şey bırakmamıştı.
Tek hissettiği Minhoydu.

Evet bir insanı hissedebiliyordu artık, duygular ondan çoktan uzaklaşmıştı, çünkü duygu denen saçmalıklar bile Lee Minho'nun güzelliğine katlanamamıştı, daha doğrusu acımasızlığına...

Yatağında kıvrınırken gözlerini açıp pes etti.

Uyuyamıyordu.

Görüntüler, sesler, anılar ve hatta kokular izin vermiyordu uyumasına ve sorun şu ki bunların hepsi Minho'yla doluydu.

Hayır, bunlar Minhoydu.

Minho'nun sesi, Minho'nun anıları, Minho'nun kokusu...

Bu kutsal derece de güzel olan şeyler bir o kadar acı veriyordu Felix'e.

Bıkkınca nefes verdi, bu çocuktan kurtulamıycakti değil mi?
Hayatında olmasa bile hayallerini rahatsız edicekti,
Onunla olamasa bile hep özlemini hissettirecekti.
Acımasızdı işte, Lee Felix'in aşık olduğu bir acımasızdı.

Ayağa kalktı ve daha bu sabah kırılan cam kırıklarına basma tehlikesi olmasına rağmen umursamadan bir kağıt ve kalem aradı odasının içinde.

"Sevgilim Minho'ya...

Senden nefret ediyorum Lee Minho ve en çok seni seviyorum.

O kadar parlak bir gülümsemen var ki nefretimi yok ediyor sevgilim, beni yok ediyor, acı veriyor ama acı, aşkıma savaş açtığında her seferinde bu salak aşk duygusu kazanıyor.

Bana karşı her seferinde sen kazanıyorsun Minho.

Sana karşı her yenilgim de daha çok bağlanıyorum sana.

Takıntı yaptığımı söylüyorlar, öyleyse en güzel takıntımsın sevgilim.

Seni başkalarına anlatınca güzel sevdiğimi söylüyorlar ve ne var biliyor musun sevgilim, güzel şeylerin acıttığını bana sen öğrettin.

Sen Lee Minho, en kötü zaafım ve en güzel cehennemimsin.

Kış ayında vücudumun yandığını hissettiriyorsun,
ısıttığını sanıyorum ama sen beni öldürüyorsun sevgilim."

Felix bıkkınca verdi nefesini.

Hoşlandığı çocukla işleri ilerletmeyi, hatta onunla evlenme hayallerini anlatmıştı Minho Felix'e.

Ve Felix'in tek yapabildiği ona gülümseyerek hayallerini desteklemesiydi.

Kırılmıştı, fazlasıyla kırılmıştı.

Ama sadece susarak dinlemişti sevdiği adamı.

Ağlamaya başladı, tek yapabildiği buydu zaten. Hep öyle olmuştu.

Önünde ki kağıdı zarfa koymamış, hatta yazısını bitirmemişti bile. Ama şimdilik sadece, ağlamak istiyordu.

Gözleri ağırlaşmıştı ağlamaktan, gözaltı morlukları gün geçtikçe daha belirgin oluyordu, yemek yemiyor, uymuyordu.

İsteyerek yapmıyordu tabi.

İştahı yoktu bi kere, açlık hissetmiyordu. Yediği her lokma ağzında büyüyor ve boğuluyormuş gibi yutkunmasına engel oluyordu. Midesine giren her yemek aynı şekilde geri çıkıyor ve yemek yerken hissettiği o acının bin katını yaşıyordu.
Hatta bazen öyle oluyordu ki, yanında yemek yiyen insanlardan ve yemek gördüğü anda iğreniyordu.

Kısaca kafasında ki doluluk, midesini doldurmasına izin vermiyordu.

Uyku ise ayrı işkenceydi.

Gece yatağında kıvrınirken ve kendisiyle boğuşurken düşünceleri daha çok geliyordu üstüne. Gözlerinden akan yaşlar sadece yanaklarına nem vermiyordu, aynı şekilde inanılmaz bir baş ağrısı yapıyordu. Uyumasına engel olucak kadar baş ağrısı yapıyordu.

Sabahlıyordu o yüzden her gün.
Hatta nerdeyse 1 haftadır sadece 3 saatlik uykuyla duruyordu. Tabi baygınlıkları saymazsak.

Ama o zaten ne uyku istiyordu ne de yemek, belki huzur istiyordu, mutluluk, sevilmek...

Hayır, cidden ne istediğini bilmiyordu. Daha doğrusu biliyordu ama sadece bu fikri olabildiğince kendisinden uzaklaştırmaya çalışıyordu.

Uzak tutmamaliydi belki de...

Başını yatağın başlığına yaslamıştı gözlerini kapatarak.

Uyuyamayacakti biliyordu ama sadece öyle durmak istiyordu bir süre, hiç haraket etmeden düşünmek istiyordu.

Telefon ekranına baktı.
04:42

Annesi evde olsaydı herhalde kulaklarını çekip uyumasını söylerdi.

Ama Felix'in uyumak gibi bir düşüncesi yoktu. Olsaydı da uyuyamazdi zaten.

O yüzden pozisyonunu hiç bozmadan öylece oturmaya devam etti.

~

Telefonuna baktı tekrar çocuk buğulu gözlerle.
08:29

Zaman cidden çok hızlı geçmişti, ne ara saat 8 olmuştu ki?

Felix bunları düşünürken çalan kapı tüm odağını bozmuştu.

Bıkkınca ayağa kalkıp bu saatte kimin geleceğini düşünürken kapıyı açmış ve bir kaç gün önce gelen postacı adamla yüzyüze gelmişti.

Postacı adam sıcak bir selam vermiş ve "sanırım hayranlarınız çok." Diyerek gülümseyip elinde ki zarfı Felix'e vermişti.

Yine aynı kırmızı kadife renginde ki bir zarf.

Kafası zaten karışık olan Felix, günlerdir süren uykusuzluk yüzünden çok net düşünemiyordu bile.

Hala ne olduğunu anlamamış şekilde elinde ki zarfa bakarken adam ona kağıdı imzalaması için bir kalem vermişti.

Felix imzasını attıktan sonra adam tam gidecekti ki Felix onu durdurmuştu.

"Bayım!"

"Evet genç adam?"

"Bunu yollayan kişi, o nasıl görünüyor?"

"Aslında bakarsan görünmüyor, her zaman bir şapka ve maskeyle siyahlar içinde geliyor, ama sanırım saçı turuncu ve sesi biraz ürkütücü."

"Ah anladım. Yardımınız için teşekkürler, iyi günler efendim."

"Rica ederim ve sana da iyi günler genç adam."

Felix kapıyı kapatmış ve elinde ki zarfı incelenmeye başlamıştı.

Zarfın arka yüzünde hiçbir şey yoktu ancak ön yüzünü çevirdiğin de gördüğü el yazısı duraksamasina sebep olmuştu.

Zarfın üzerinde herhangi bir bilgi yazmıyordu, tek bir kelime vardı sadece.

Manyağıma(♡)...

El yazısı Minho'nundu, Felix'i asıl şaşırtan da buydu.

Minho, Felix'e mektup yazmazdı, ama el yazısına bakılırsa bu kesinlikle Minhodandi.

Felix, içine dolan heyecanla zarfı hızlı hızlı açmaya başlamıştı.

Ancak görürdü ilk kelime içinde ki tüm heyecanın katili olmuştu.

"Hamileyim..."

~~~

CIKIT BUM AMINA KOYIYIM

Olum ben boyle yapmiycaktim lan

Niye boyle oldu

Ama ben bulusturucam bu minlixi
Bi bakarsiniz cocuk felixden aa

Neyseee bu kdr.

Late |MinLix|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin