~~~
O dik bir yokuş,
Bense onsuz yok oluş.
O nemli kaygan karanlık bir sokak,
Bense hep parlak hep parlak.
Işık gibi...
Ama ışıklar da sönmeye mahkummuş.
~~~
Aşk mıydı bu kadar gaddar olan yoksa o mu?
Sevgi miydi bunları söyleten yoksa acıma duygusu mu? Tüm sözcükleri es geçip sadece bakışlarıyla anlatabilir miydi insan karşısındakine derdini, yoksa hepimiz sözcüklerle mi mühürlenmiştik yaşama? Peki ya hiçbir şeyi umursamadan yalnızca sevmek için sevmek? Mümkün müydü?"Sevmek için sevmek" üstünde durdu bunun. Düşündü... Tüm menfaatleri bir kenara bırakarak birini sevmek insan doğasına ters mi diye düşündü. Seni seviyorum çünkü sen şöylesin... Onu seviyorum çünkü o böyle, şöyle öyle bla bla... Çünküleri bir kenara atarak sevebilir miydi insan gerçekten de? Yoksa insanlar çünkülerle mi bağlıydı geçmişten şu zamana kadar birbirine...
Bunları düşünmek ona derin bir hüzün verdi.
Onun çünkü sevgisi yerine her şeye rağmen sevgisine ihtiyacı vardı. Kendini bu sevgiye uzak hissetti. "Haketmiyorum." Dedi. Bu yaşananlardan sonra kimse aksini iddia edemez diye geçirdi aklından. Yorgundu... Yorulmuştu fazlasıyla. Günler aradı ardını kovalarken aynada gördüğü yüze de yabancılaşıyordu artık, kendine. Eskiden etrafına neşe saçan kızın yerine kendini bilmez, tanımaz biri gelmişti. Etrafındaki herkes bu durumu yadırgayıp, onun tabiriyle kendine acıyan gözlerle bakarken o ise hakettimden başka bir şey diyemez olmuştu kendine.Yattığı yerden doğruldu. Olası gerçekliğine döndü. Düşünce girdabının içinden kaybolmadan çıkabildiğine seviniyordu. Buruk bir tebessüm yayıldı yüzüne, son zamanlardaki bütün tebessümleri gibi bu saniyelik tebessüm de silindi ve yerini donuk, hissiz bir ifadeye bıraktı. Maskeni düşürme diye geçirdi içinden. Gülme, tebessüm bile yasak sana. En son onun yanındayken düşündü kendini. Neşeliydi. Etrafındakilerle kahkahalar eşliğinde gülüp eylenen bir kızdı. Gözlerini kapatıp başını iki yana sallarken ne ara dolduğunu bilmediği gözlerinden bir damla yaş aktı, aktı ve yatağın bilinmez bir tarafına savruldu. Kendine gel, kendine gel... Gözlerini açıp etrafına bakındı. Komidinin üzerindeki tepsi gözüne takıldı. En sevdiği yemek duruyordu üzerinde. Tane tane pirinç pilavı. Üzerinden çıkan dumanlarla sıcak olduğu anlaşılıyordu. Annesi getireli çok olmamıştı belliki. Öyle bir dalmıştı ki yine düşüncelere odaya birinin girdiğini bile fark etmemişti. Eskiden gözünden tek bir şey bile kaçmayan kız şimdi yanına geleni göremeyecek kadar dikkatsizleşmişti. Derin sesli bir nefes aldı, doğruldu. Ayaklarını ağır bir yük kaldırıyormuşçasına yavaş yavaş hareket ettirerek yatağının kenarına oturdu. Bedeniyle kollarını isteksiz bir şekilde komidinin üstündeki tepsiye yöneltti. Tam temas edecekken elleri, bir anda hızla kapı açıldı.
"Anne?" Umut kırıntısıyla bakıyordu annesinin gözlerine. Öylesine odaklanmıştı ki az sonra duyacağı şeylere bayılacak gibi hissetti. Başı dönüyor, bedeni adeta titriyordu. Avuçları terlemiş, yüzü kızarmış, ve gözleri... Gözleri tümüyle dolmuş iyi kötü akmak için tetikteydiler.
"O... Dönmüş!"
*
*
*
*
*
YOU ARE READING
Karanlığın Fırtınası
Romance"Bırak beni! Ben karanlığa mahkum olmak istemiyorum, senin zifiri karanlığına dahil olamam korkarım... Bırak beni, sonsuz aydınlığa bırak. Ben yalnızca orda mutluyum, ben sadece orda..." Kolumu bırakmak yerine sertçe beni kendine çekti. Kesik nefes...