eren,

68 5 2
                                    

[XX/XX/21]

mangayı bile okumamış biri olarak, hayır, ne yaptığıma dair hiçbir fikrim yok ve yine hayır, okuyacağınız şey için hiçbir sorumluluk almıyorum

"Güzel bir eser."

Yanımdan gelen sesle gözlerimi, önümdeki tablodan çekip yan tarafa çevirdim. Uzun boylu bir erkek, ilgiyle tabloya bakıyordu. "Siz ne düşünüyorsunuz?" dedi birden.

"Sanatçı insanı etkilemeyi başarmış. Yine de anlatılmak isteneni çözebilmiş değilim."

"Ne anlatıldığını çözemediğiniz hâlde mi etkiledi sizi?" Gülümsedi.

Bozuntuya vermeden, "Bir şeyin etkisinde kalmak için asıl anlamını bilmek gerekmiyor her zaman," dedim.

Bakışlarını, büyük bir arenanın ortasında bir adamı ve onu izleyen kalabalığı resmetmiş esere çevirdi. Dizlerinin üstüne çökmüş adam, yerdeki sağ eliyle bir silah tutuyordu, tablonun - arenanın - diğer ucunda ise göğsünden vurulmuş beyaz bir güvercin yerde uzanıyordu. Arenanın dört bir yanını çevreleyen kalabalığın ne düşündüğü belli değildi. Hepsi gözlerini adama çevirmişti.

"O adam," dedim, gayet açık olan şeyi dile getirerek. Sessizlik beni rahatsız etmişti. "Bir günah işlemiş."

"Onun kötü karakter olduğunu mu düşünüyorsunuz?" diye sordu ilgiyle.

"Hayır, sadece bir yanlış yapmış olduğunu söylüyorum. Belki de büyük bir yanlış."

Başını salladı. "Olabilir. Olmayadabilir. Söylesenize, yanlış dediğiniz nedir? Bir şeyi 'yanlış' kılan nedir? Neyin yanlış olup olmadığına karar veren kimdir?"

"Üzgünüm, felsefeden pek anladığımı sanmıyorum."

"Sorun değil." derken sesi gerçekten de sorun olmadığını söylüyordu. "Yalnızca, onun yanlış yapıp yapmadığından emin miyiz?"

"Hayır. O tablonun içine girene kadar da bunu bilebilemeyeceğimize eminim. Veya belki de, sanatçının kendisini bulup ona sormalıyız."

"Tablonun içine girsek bile... yine de bilebilir miyiz ki?"

Ona baktım. Saçlarını at kuyruğu yapmış, düzgün giyimli bir genç adamdı. Adeta bu galerinin bir parçasıymış gibi hissettiriyordu.

Birden, kendimi de şaşırtarak, "O adam," dedim, elimle güvercini işaret ederek. "Barışı öldürmüş."

Bana baktı.

"Ama bunu isteyerek yapmamış, bulunduğu duruma baksanıza bir. Bunu yapmaktan başka şansı yokmuş, başka bir seçenek vermemişler ona."

"Zorlandığını mı söylüyorsunuz?"

"Elbette. Koskoca bir arenanın ortasında duruyor. Ve orada bulunma sebebi dövüşmek, belli değil mi? Eğer barışı öldürmeseydi kendisi ölecekti." Gözlerimi beni dikkatle seyreden gözlerine çevirdim. "Ancak bu bir şeyi değiştirmedi. Kalabalığın tam da kendisinden yapmasını beklediği, hayır, istediği şeyi yaptı. Sizin de fark ettiğinizi düşündüğüm gibi, kalabalık ikiye ayrılıyor. Yarısının giysilerini diğer yarısından farklı ve bu adamın üstündekiler sol taraftaki insanlarla uyuşuyor. Bu da demek oluyor ki bunu yapmaya yalnızca düşmanları tarafından değil, aynı zamanda arkadaşları tarafından da zorlandı. Ya da," dedim. "Bunu arkadaşları için yaptı."

Yeşil gözlerinden bir parıltı geçti. "Çözemediğinizi sanıyordum."

"Bu sadece bir teori."

"Bana sorarsanız o adam hayalinin kölesi hâline geldi. Öyle ki, hayaline ulaştığı hâlde durmadı. Daha fazlası, daha fazlası için. Bu, en sonunda da böyle korkunç bir şeye yol açtı. Fakat haklısınız," dedi. "Arkadaşları için yaptı. Hem de hepsini. İşlenen hiçbir günah kendisi veya hayali uğruna değildi. Arkadaşları içindi."

"İlginç bir teori. Neye dayanarak bu çıkarımlarda bulunuyorsunuz peki?"

Bana yanıt vermedi. Onun yerine, "O," dedi fısıldarcasına. "Özgürlüğün kölesi hâline geldi."

"Ama biliyor musunuz," diye ekleyiverdi birden. "O güvercinin yalnızca barışı temsil etmediğine eminim."

Çünkü barışla beraber kendini de öldürdü, diye devam ettirdim içimde.

"Neyse," dedi sonra. "Sizi bu saçmalıklarla tutmayayım daha fazla."

"En azından adınızı öğrenme şansını verecek misiniz bana?"

Dediğimi görmezden geldi. "Eski bir tanıdığa benzettim sizi." Nazik bir şekilde gülümsedi.

Ortadan kaybolurken öylece bakakaldım. Göğsümde anlamlandıramadığım bir sızı vardı.

the hero, the villain, the absolute worst: eren jaegerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin