"Yükün ağırsa gücün düşerdi belki, ama yüküne ortak olan düşmene izin vermezdi..."
Özgür Yaman
Hava soğuktu. Tenime çarpan rüzgâr soğukluğunu hissettiriyordu. Yine de burada olmak mutlu ediyordu. Mutlu mu ediyordu? Yalan söyledim... Buraya her geldiğimde onlarca farklı hisle doluyordu içim. Öfkeleniyordum, içten içe kızıyordum. Ama bir yanım kıyamıyordu, kızma diyordu. "Kızma ona, o böyle olsun istemezdi." diyordu. Oysa ben daha çocuktum, büyümek zorunda kaldım. Gitti... Geriye yaşanmışlıklarımızı bıraktı, yaşayamadıklarımız kaldı.
"Ben geldim abla." dedim. Sesimin tonunda hangi duygunun barındığını bilmiyordum. Kırgındım, kalbim kırıktı. Yorgundum da. Omuzlarıma bırakılan yükleri taşımakta zorlanıyordum artık. Ama yine de dik duruyordum. Başım dik yürüyordum, adımlarımı sert ve kendinden emin atıyordum. Herkese güçlü görünüyordum. Çoğu zaman duygularımı saklıyordum, taş kesiyordum etrafıma. Duvarlar örüyordum çevreme.
Duvarlarım yıkılırsa, o duvarın ardındakileri görürlerdi. Ve ben her bir tuğlasını kendi ellerimle koyduğum bu duvarın ardında çok şey saklıyordum. Sızlayan yaralarım, saklanan duygularım bu duvarın ardındaydı. Bu duvarın ardına koca bir mezar saklamıştım. Ablamın mezarını...
Sadece ablam yoktu o mezarın içinde. Kaçıp saklandığım ne varsa oradaydı. Yaralarımı sızlatacak ne varsa oradaydı. Korkularım da oradaydı, sevinçlerim de... Herkesten sakladığım gözyaşlarımı da oraya saklamıştım.
Ablamı benden ayıran toprağı usul usul okşadım. "Yoruldum demeyi hiç sevmem abla, ama çok yoruldum." Bir süre öylece bekledim. Gelip beni göğsüne bastıracak diye bekledim. Saçlarımı okşayacak diye bekledim. Gelmedi, ama bekledim.
"Bunu hiç düşünmemiştim. Bir gün gelip de ayrı kalacağımız hiç aklıma düşmemişti. Bilebilir miydik böyle olacağını?" Beni son kez öpüşü geldi aklıma, son kez sarılışı... Hissetmiş gibiydi her hareketi.
"Seni çok sevdiğimi hiçbir zaman unutma Özgür'üm" deyişi kulaklarımda çınladı. Mezara çevirdim bakışlarımı. "Unutmadım abla..." diye fısıldadım. Bir süre daha konuştum onunla. Ben konuştum, o dinledi. Her zaman olduğu gibi...
Yüküm hafiflemiş gibi hissediyordum. Bana hep iyi geliyordu ablam. Şefkatle bakan gözleri, merhamet dolu kalbi, sıcacık sarılışı, sakinleştiren gülümsemesi... Her şeyiyle iyi geliyordu bana.
Çıkışa yönelirken bir mezar taşı çarptı gözüme. Üstünde yazan ismi okudum: "Deniz Duru." Papatyalarla doluydu mezarı. Beyaz yapraklı papatyalar süslüyordu mezarını. Masum görünüyordu. Ölümü masumlaştırmaya çalışacak biri düştü zihnime: Alya Duru.
Yürüdüğüm yol boyunca bunu düşündüm. Nedenini tam olarak çözemediğim bir şekilde Alya'nın yakını olduğundan emindim. Alya hiç bahsetmemişti böyle bir şeyden. Aslında bakarsak, ben de Yaren'den bahsetmemiştim hiç. Bana kalırsa, atışmaktan vakit bulamadığımızdan değildi böyle şeyleri konuşmamış olmamız. Dilimiz varmıyordu belki, kelimeleri bulamıyorduk.
Kelimeler bazen hiç yardımcı olmuyordu. Bazen ardı arkasına sıralanmış kelimeler hiçbir anlam taşımıyordu. İki kişinin arasındaki kısa bir bakışma bile daha çok şey anlatıyordu bazen...
Alya Duru
Takip edilmişlik hissini bilir misiniz? Çünkü tam da bunu yaşıyorum şu an. Takip edildiğimi hissetmiyorum. Takip ediliyorum!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gökyüzünün Çocukları
Teen FictionHerkes için yazılan bir son vardır. Kimisi mutlu biter, kimisi acı gerçeklerle. Ama her son, yeni bir başlangıca ışıktır. Alya ve Özgür, kendi sonlarına koşuyorlar. Aynı zamanda, kendi başlangıçlarına. Aslında ikisi de küçük birer çocuk hala. Canlar...