ulan ne hızlı yb atıorum vlla super bı seyım ıns sıkılmıosunuz he
–
(♡)
-lee minho.
"ağzına bunu sokabilirsen sana götümü veririm!"
sınıfa girdiğimde ilk duyduğum şeyin bu olması suratımı ekşitmemi sağlarken en arka sırada oturan sesin sahibine döndürdüm bakışlarımı ve changbin olduğunu görünce de hiç şaşırmadım doğrusu.
changbin'in tam çaprazındaki sıranın üzerine çıkmış, kendisine uzatılan sınıf defterine bakan kişi de jeongin'di. bu ikisi dönemin başından beri sürekli ikinci derste okula geliyordu fakat şu anda dersin başlamasına on dakika kala sınıfta yaptıkları şey ile fazlasıyla ilgi topluyorlardı anlaşılan.
sırama ilerleyip omzumdaki çantamı yavaşça bıraktığımda sınıftaki kaos hâlâ devam ediyordu. arka sıramdaki hyunjin'e gülümseyip yerime oturdum ve bir anda kulağımda hissettiğim ses ile yerimde sıçradım. "dün gece ne konuşuldu bakayım, anlat."
arkamı dönmeden gülmeye başladım ve cevap vermedim. bunun üzerine hyunjin sırtıma vurup mızmızlanmaya başladı. "ama merak ediyorum!"
en sonunda dayanamayıp arkamı döndüm ve ellerimi onun masasına koyup ciddi bir surat ifadesiyle konuştum. "merak edeceğin türde bir şey konuşulmadı hyunjin." jisung'un beni elleyecek olması dışında tabii.
aldığım cevap iki çift laf yerine üzgün bir surat ifadesi olduğunda tekrardan önüme döndüm ve açılan sınıf kapısına döndürdüm bakışlarımı.
"ulan orospu çocukları, nasıl bizsiz erken gelebilirsiniz ya siz okula?"
bu tarafa bakmadan direkt jeongin ve changbin'in yanına doğru ilerleyen jisung'u izledim birkaç saniye boyunca. kravatını her zamanki gibi gelişi güzel bağlamıştı ve beyaz gömleği sanki savaştan çıkmış birisine ait gibiydi. bacaklarını saran siyah dar pantolonuna bir saniyeliğine bakıp tekrardan kafamı kaldırdığımda da jisung'un hemen arkasından elindeki kahvelerle birlikte onu takip eden chris'i gördüm.
bakışlarımı onlardan çekip çantamdan defterimi çıkardım ve duvardaki saate baktım göz ucuyla. ders saati gelmişti fakat her zaman kapının önünde zilin çalmasını bekleyip içeriye giren matematik hocası bay kim ortalıkta gözükmüyordu.
seungmin de uyuyakalmıştı büyük ihtimalle, bu yüzden hyunjin'in yanı boş kalmıştı ve her gün oraya oturmak için yalvaran nayeon yine tepemizde o tiz sesiyle bağırıyordu. "ya gelmemiş işte çocuk, ne olur otursam bugün buraya?"
hyunjin en sonunda bu sese dayanamayıp bıkkınlıkla kafasını salladığında ben de dalga geçer gibi güldüm ve yanıma doğru gelen jisung'u fark edip havalı davranmaya çalıştım. ona bakmamak için büyük bir çaba sarf edip önüme döndüğümde yanıma, sırayı sallayacak kadar sert bir şekilde oturdu ve bunun tam aksine gülümsemeye başladı. "günaydın hello kitty."
hitap şekli içten içe gülmemi sağlarken bunu yüz ifademe yansıtmadım ve kafamı salladım ona bakmadan. "hm, günaydın."
"yüzüme bakmayacak mısın?"
dün geceki mesajlaşmamızdan sonra ben utancımdan yerin dibine girerken onun bunu demesi gözlerimi devirme isteği uyandırdı içimde ve bunu yaparken bakışlarımı önümdeki defterden çekmedim.
tekrardan bir şey demesini beklerken çenemde hissettiğim el ile duraksadım, kelimenin tam anlamıyla bulunduğum yere çakıldığımı ve hareket edemeyeceğimi hissettim ve jisung, çenemdeki baş parmağını oynatıp suratımı ona çevirmemi sağladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
pretty boys read ✓
Fanfictionminho: başkanlığı bırakacağını duydum ben de aday olmak istiyorum