Bölüm 8 - Doğum

17 4 0
                                    

Kuznetsov, uyuyan bebeği korkuyla izliyordu

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Kuznetsov, uyuyan bebeği korkuyla izliyordu.

Onun pembemsi bir teni değil kül rengi bir teni vardı, bebeklere özel mis kokusu değil yoğun ilaç ve hastane kokusu sinmişti üzerine. Yaban mersini rengindeydi dudakları, meyve sapı gibi incecikti vücudu.

Bebek şeffaf bir kapsülün içine hapsedilmiş, bebeğin fındık gibi burnuna nebül cihazı takılmıştı. Zayıf, hastalıklı bedeni her yavaşça inip kalktığında Kuznetsov'un aklı çıkıyor, içi titriyordu.

Cılız, küçük, tüysüz kanatları ile ne insana ne meleğe benziyordu bebek. Ancak Kuznetsov'a sorsanız, kuşkusuz onun bir melek olduğunu söylerdi. Dünyadaki günahlar yüzünden hastalanan bir melek.

O hastalık kapmasın diye ne öptü, ne kokladı, ne sarıldı, ne kucağına aldı, ne de bağrına bastı. Ona bakarken bile ona zarar vermekten ölesiye korkuyordu.

Her şey hastalıklı gibi hissediyordu. Soluduğu hava dumanlıydı sanki, sigara gibi kokuyordu dört bir yanı. Kızının uyuduğu çarşaf toz içindeydi, ışığa baktığında bile etrafında uçuşan tozları görebiliyordu.

Karahindiba tohumlarının dağılmasını beklemek gibiydi onun bekleyişi. Nasıl ki karahindiba tohumları nereye, ne zaman savrulacağı bilinmeden izlenirse o da kızını öyle izliyordu.

Elinden gelen tek şey izlemekti, az evvel karısı ve oğlu ölürken olduğu gibi. Yıllar önce kız kardeşinin organları çıkartıldığında olduğu gibi. Yaroslav'ın elleri kesilirken olduğu gibi.

Hayır, bu kez farklıydı. Bu kez acı değildi onu en çok kasıp kavuran, canını yakan. Korkuydu, elindeki tek ümidini kaybetme korkusu.

Kızının yaşamasını isteyerek bencil davranıyordu, biliyordu. Aptalca bir umuttu onunki, bedeli korkunç olan. Kızı er ya da geç elbet ölecekti, erkenden ölmesi her ikisi için daha iyiydi.

Ona bağlanmaması gerektiğini de biliyordu fakat yine de her saniye ödü kopuyor, üç buçuk atıyor, ecel teri döküyordu. Eli ayağı buz kesilmiş, rengi atmış, nutku tutulmuştu. Gözlerini bir an olsun kızından ayırmıyordu.

İçine öyle bir korku düşmüştü ki bu zamana sıkıştırmıştı onu. Devamlı beynini kemiriyordu şüpheler. Zihni onun mezarıydı ve ihtimaller onu yiyen böceklerdi.

Ölümü kabullendiğini sanmıştı fakat yine yakalamıştı onu ölüm. Ensesinden tutmuş, hâlâ ölümü yönetemediğini hatırlatmış, uçurumun kenarına savurup terk etmişti onu.

O uçurum, Elena'ydı. Her an Kuznetsov'u intihara düşürebilir ya da sonsuza kadar hayata bağlayabilirdi. Tıpkı bebeğin kendisi gibi hassas, ince bir denge kurulmuştu ölümle yaşam arasına. İdam ipine asılmış gibi bir ölüme, bir hayata doğru sallanıyordu ikisi de.

Yine de bunca belirsizliğin ve acının arasında kim olduğunu bile bilmediği katillerden alacağı intikamı detaylıca planlamıştı ya, kendisi de bilmiyordu.

Ceza | Kısa Yan Hikâye ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin