29 august

358 48 193
                                    

gökyüzü eşsiz ve güzel çünkü mavi derlerdi hep, inanmazdım ben bu söze. bir şeyi eşsiz yapan onun sahip olduğu renk olması bana hep saçma gelirdi. belki mânidar olması için söylenirdi emin değilim ama her şekilde bu düşünceye karşıydım.

önümdeki kurumuş kil tabakasını yumuşatmaya çalışırken aynı zamanda zihnimi boş tutmaya çalışıyordum, öylesine sinirliydim öylesine öfkeliydim ki eğer düşünmeye başlarsam çok kötü şeyler olabilirdi.

hayatımın her anında sarayda çalışmak, devletime katkı da bulunmak istemiştim. asker olsun, mutfakta rastgele bir iş olsun fark etmeksizin çalışmaya razıydım ammavelâkin sarayın şımarık varisini tatmin etmek vasıtasıyla alınmıştım buraya.

tam olarak mesleğim heykeltraş değildi hatta benim sabit bir mesleğim bile yoktu işsizdim fakat paşazâdemizin kesin emri üzerine ben olmalıydım halbuki benden katbekat daha üstün daha yetenekli heykeltraşlar vardı ama işte...

eşyalarımı toparladım ve beni kapımın önünde bekleyen saray atlısına bindim. buradaydım evet ama tam olarak sarayın içinde kalmama müsaade yoktu yetkim ve görevim el vermiyordu sarayda kalmama, bende gecekondu tarzında küçük ama bana fazlasıyla yeten derme çatma bir yerde kalıyordum

sarayın önüne geldiğimizde beni prensin özel koruması olduğunu yeni öğrendiğim iri yarı bi herif karşıladı. aman ne özel (!)

suratına takındığı alayla karışık ciddi bir ifade vardı ve dudağının kenarında bulunan yara aşırı ilgimi çekmişti. yanına vardığımda saçlarını dağıtmış ve yaslandığı duvardan kopmuştu "incelemen bittiyse gidelim mi bay suguru? lord gojou satoru dün geceden beri pek bi heyecanlı, bekletmek sizin için hiç iyi sonuçlar doğurmaz." bu söylemi beni güldürmüştü, "eğer ki bekletilmek istemiyorsa çene çalmak yerine, beni onun yanına götürmeye ne dersiniz bay...?"

"toji."

"her neyse, gidelim mi?" başıyla onaylama tenezzüllüne bile girmeden yürümeye başlamıştı, evet, bu herife fazlasıyla uyuz olmuştum ve saray maceram daha başlamadan boğmuştu beni.

katları teker teker arkamızda bırakırken beyimizin odası tanrı katındaymış gibi gelmişti. elimdekilerin ağırlığı yetmiyormuş gibi her bir basamağımda merdiven daha da bi uzuyormuş gibi hissediyordum. en sonunda istikamet ettiğimiz kata ulaşınca, toji isimli ukala başıyla selam verip direkt aşağı inmeye başlamıştı. burada sadece bir oda vardı, bu yüzden gidiyor olması benim açımdan hiçbir sıkıntı yaratmıyordu.

odanın önüne geldiğimde dağılmış olan üstüme çeki düzen vermiştim, ilginçti. içerde ondan başka biri var mı bilmiyorum ama kapıda hiçbir şekilde güvenlik önemli olmadan bir yabancıyı ağırlamasıydı ilginç olan. egoydu sanırım bunun adı veyahut yersiz özgüven? ne dersen de her açıdan komikti.

kiralık katillik yapmışlığım var sonuç olarak ayrıca çoğu alanda olduğu gibi bunda da iyiyimdir.

kapıyı olabildiğince yumuşak bir şekilde çalmıştım, içerden belli belirsiz mırıltılar duyduğumda kapıyı yavaşça araladım ve içeriye girdim. girer girmez ağzımı kapalı tutamamıştım. içerisi sanki başka bir dünya, farklı bi evren gibiydi. kocaman bi odaydı ve içeride bana lazım olan her şeyin en kalitelisi, en güzelleri vardı. bir tarafta taş, ahşap, mermer, alçı, beton, kil diğer tarafta ise; yaldız, boya, cila, cam vesaire vardı ve gözlerimi alamadığım türdenlerdi.

neden mi?

en usta heykeltraş bile bu oda da bulunan malzemelerin bir arada, en azından bu kadar kalitelisini, görmemiştir de ondan.

kendimi toparladığımda ise hemen başımı eğmiş ve dizlerimi hafifçe kırmıştım. ne olursa olsun kendimi dizginlemeliydim sonuç olarak karşımda kraliyetin ilk ve tek varisi vardı. küçük bi saygısızlıkta kafamı önümde bulabilirdim.

blue velvet, satosuguHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin