Bir balık çaldım. Aslında tam olarak çalmak da denemez, birden yanı başımda belirmişti çünkü. Ben hiç fark etmeden o nasıl olduysa cebime girmiş ve ben farkında olmadan her yeri benimle birlikte gezmişti.
Benim bu balığı fark etmem çook uzun zamanımı aldı. O zamanlar küçüktüm, bir balığa sahip olmanın ne demek olduğunu bilmeyecek yaştaydım. İşte bu yüzden de balıkla ilk karşılaşmamız pek net değil kafamda, evet, birden cebimde bitmişti ama ben ne zaman beni bulduğundan emin değilim.
Evimiz çok büyük ve güzel bir bahçenin içindeydi, öyle hatırlıyorum ve oradan okula giderken de küçük bir nehir akardı yanımızdan. Balık da beni ilk orada görmüş olmalı, aklıma başka bir yer gelmiyor. Annemin elini tutarken annem nehri gösterip bana öğüt veriyor, " Sakın bu nehre atlama, hatta yakınına bile fazla yaklaşma," diye. Annemin sözü kutsal o zamanlar, sözünden çıkmadığımı hatırlıyorum. Yine de balık bir şekilde cebime atlamış olmalı.
İlk karşılaşmamızın bu şekilde olup olmadığına emin değilim ama bu şimdilik önemli değil.
Aradan beş ya da altı sene geçti. Ben ilk okulu bitirmiş olmalıyım, tam hatırlayamıyorum. Ama balıkla tekrar karşılaşacağımı üstelik onu tanıyacağımı, ilk karşılaşmamızı da doğru hatırladığımı dahi hayal etmemiştim. Ama buna daha çok var. Balığın varlığından bir haber olduğum bir kaç yıldan sonra benim bir kedim oldu. Bu kedi biraz hırçındı, onunla çok kavga ederdim. Yüzümü gözümü çizerdi ve ben de ona zarar verirdim. Çok uzun zaman sonra fark ettim ki aslında bu benim sevme şeklimdi. Sevdiğim herkese zarar verir bu zararları telafi etmek için de elimden geleni yapardım. Bu, bana o zamanlarda doğru geliyordu. Kalp kırıp tamir etmek benim işimdi, çok sonra balığım bana bunun doğru olmadığını acı bir şekilde öğretti.
Kedimin beni sevip sevmediğinden pek emin değildim. Birbirimize sürekli zarar verdiğimizi anımsıyorum, bu o zamanlar için belki de bir eğlence şekliydi ama doğru değildi.
Kedimle oynamayı en sevdiğimiz oyun yakalamaçtı ama genelde birbirimizi yaraladığımızda ben onun kuyruğunu çekerdim o da benim yüzümü tırmalardı. Eve girdiğim her seferinde saçımı başımı dağıtanın kedi olduğunu anneme söylemek artık zor geldiği için, "Oyun oynarken oldu," deyip annemi geçiştirmeye başlamıştım.
Kedim genelde okula gelirdi. Hatta her gün okula gelirdi, teneffüslerde onunla oynamak çok keyifliydi ve derste de masanın üstüne kıvrılarak uyurdu. Onun tüylerini severdim, bazense sevmek isteyip dokunamazdım ona. Şimdi düşünüyorum da iyi ki çok sevmemişim kedimi, çok sevmeyip kaybedince daha az yara alıyorsunuz çünkü.
Kedim uzunca bir süre yanımda kaldı ve ben o birden ortadan kaybolunca aslında çok da üzülmedim. Okulda sürekli onu hatırlıyordum ama eve gelince aklımdan çıkıyordu. Onu unuttuğum için hiç kendime kızmadım asıl o gittiği için hatalıydı, böyle düşünüyordum.
Bir gün sokakta kedimle karşılaşınca da biraz kötü hissettim, ama pişman değildim. O zaman anladım ki ben kedi insanı değilmişim.
*
Bir ilkbahar günü olmalı, çünkü üşüdüğümü hatırlıyorum, ben dershanedeydim. Tabi o zamanlar büyümüştüm artık dershaneye bile gidiyordum, cebimde bir kıpırtı hissettim. Çok tanıdık olmasına rağmen ilk başta anlam verememiştim. Birden sınıfın içinde glup glup sesler yankılanmaya başlayınca çoğu kişinin gözleri bana döndü. İşte o zaman elimi cebime daldırıp bakmak aklıma geldi, sabahtan beri boş olan cebim sanki içinde uçmak isteyen bir kelebek varmışçasına kıpırdıyordu. Elimi cebimden çıkarttım. Ve uzunca bir süre elimdeki masmavi şeye bakakaldım.
Bu balıktı.