Tanımadığım bir şehrin kucağındayım şimdi. Tren garı çok kalabalık. Kucağımdaki bebek üşümüş, ismi neydi, Ahu. İki üç aylık anca var. Ne ara geldi yanıma bilmiyorum. Onu korumam gerekiyor sadece onu biliyorum. Peki nasıl koruyacağım ki bu şehirde? Burası neresi ki? Gözlerim koca garda geziniyor. Nereye gidiyor ki bu insanlar? Nereden dönüyorlar ki? Sarılan bir anne kız var göz hizamda. Ben de kucağımdakiyle böyle mi olmalıyım? Öyledir herhalde.Başımdaki şalı çıkarıp gözleri kapalı olan Ahu'ya örttüm. Yürümeye başladığımda önümde bir taksi durdu ve kafasını eğip bana baktı. Gideceğim yeri sordu, Allah Allah, ne yapacak ki bu adam beni? Korktum. Ahu'ya sarılarak uzaklaştım taksiden. Bir durakta otobüs durdu. Atladım hemen. Sürmeye başladığında insanların arasından geçip bana yer veren bir gencin yerine oturdum. Ahu olmasaydı vermezdi. Verir miydi? Vermezdi herhalde.
Birkaç durak sonrasında inmeliyim diye düşündüm. Şehrin göbeğiydi galiba. Bir sürü araba geçip gidiyordu. Bir dükkan buldum, emlakçı. İçine girip ısınmak istedim. İçerideki bey ayaklandı. Hoşgeldiniz dedi. Başta korktum, bana zarar verir miydi? Beni geç, Ahu'yu alır mıydı? Almazdı herhalde.
"Ne aramıştınız hanımefendi," dedi, siyah bir sandalyeyi işaret etti. Hemen oturdum. Kalorifer miydi neydi, ona yaklaştım. Ahu ısınmalıydı. "Bir ev bakıyorum," dedim, "mümkünse eşyalı." Başını salladı. "Yabancısı mısın buraların," dedi. "Yoo," deyiverdim, yalandı. Tanımaz bilmezdim ki buraları. "Kocam askerde. O gelene kadar bir ev bulmam lazım." Gözlerini kısıp üzerimde gezdirdi. "Nerelisin sen bacım," dedi. "Bana uygun ev var mı," dedim. Gözlerini birkaç saniye üzerimde tuttu, ardından önündeki deftere odaklandı. "Var bir tane, şehrin tam ortasında. İsterseniz gezelim." Başımı salladım. Kötü bir niyeti yoktu. Yok muydu? Yoktur herhalde.
Epey yürüdük. Yol boyunca kısa kısa cevaplar verdim sorularına. Gözlerim Ahu'ya kaydı. Hâlâ uyuyordu, kucağımı seviyordu anlaşılan. Gülümsememe engel olamadım. "Yanlış anlamayın," dedi, "pek yabancı görünüyorsunuz buralara. Nereliydiniz?" Derin bir nefes aldım. "Nevşehirliyim. Ürgüp'teydim." Ürgüpteki bir konakta yaşıyordum ben. Ama ötesi yoktu, ben bu oyundan sıkıldım ama, niye hatırlamıyorum hiçbir şeyi? Hafızam mi gitti benim? Gitti herhalde.
Eve girdik. Ben hayatımda böyle ev görmemiştim. Her şey ne de güzel dizilmişti. Ancak dizilerde görebildiğim lükslükteydi. Biri var hafızamın derinliklerinde, böyle yerlere gavur işi diyor. Kim ki o? Yakınım biri herhalde.
Her yeri gezdik. Ev küçüktü. Yatak odası ve salonu vardı. Salon ve mutfak birleşikti. Harbiden de gâvur işiydi. "Beğendiniz mi," dedi emlakçı bey. Gülümsedim. "Beğenmez olur muyum?" Olmazdım. "Öyleyse tutuyorsunuz. Fiyatlardan haberdar edeyim." Adam birkaç sayı söyledi. Toplamında da bizim konağın mutfak masrafı edecek bir sayı söyledi. Yanlış anlaşılmasın, oldukça kabarık bir sayıydı. Bizim konak kalabalık olmalıydı ki böyle kabarık sayı çıksın. Kalabalıktır değil mi? Kalabalıktır herhalde.
Birden elim varlığını yeni fark ettiğim siyah çantama gitti. İçerisinden iki burma bilezik çıkardım. "Buyrun." Emlakçı Bey'in gözleri büyüdü. "Ben nakit sanıyordum," dedi. "Alın," dedim. "İyi de bu çok," dedi. "Öyleyse iki aylık kiram olsun." Adam şüpheleniyordu benden. Gözlerini bir an olsun çekmedi üzerimden. Ben Ahu'yu gri koltuğa bıraktım. Ayaklanıp ona döndüm. "Evin sahibi kim?" Dudaklarını ıslatıp cebindeki sigara paketini çıkardı. "Şşt," dedim, "ne kadar zararlı Ahu için bilmiyor musunuz?" Güldü. "Yok bacım, benimki dudak tiryakiliği. içmeyeceğim yani." İçmeyecekti. Güvenilir miydi? Öyleydi herhalde.
"Evin sahibi aşağı katta oturuyor. Bugün otururum dersen akşama bütün sözleşmeleri hazırlar gelirim. Ev sahibi de gelir anlaşırsınız. Yalnız o bilezikler fazla. Ayrıca adamcağız kuyumcuya gitmesin. Bozdurup verin." Başımı salladım. "Akşam saat yedide burada olun." Ahu'yu aldım kucağıma. Emlakçı aşağı kata uğrayacağını söyleyip ayrıldı yanımızdan. Biz de Ahumla kuyumcu arayışına girdik. Çantamda toplam beş tane burma bilezik vardı. 22 ayarmış, kuyumcu öyle söyledi. İki tanesini bozdurdum. Birini kiraya veririm diye çantaya koydum. Diğerine de Ahu'ya bir bebek arabası aldım. Yavaş yavaş huysuzlanmaya başladı. Ağlıyordu bazen. Dükkanların ortasında durup sırtını sıvazlıyordum ama durmuyordu. Bıkmış mıydı benden? Bıkmamış olsun lütfen.
Bir markete girip ona biberon, bez ve mama aldım, ha bir de süt. Bebekler sütü severdi. Birkaç yiyecek doldurdum. Belki sever diye oyuncaklar aldım. Elimdeki poşetleri bebek arabasına koydum. Küçük bir cep telefonu çıktı çantamdan. Tuşlu bir şeydi. Saat altı buçuk gösterdiğinde anca diyerek o evin yolunu tuttum. Giderken dükkanlardan Ahu için bir sürü güzel kıyafet aldım. Her şeyin en iyisini istiyordum. Öyle olur muydu Allah'ım? Olurdu herhalde.