15

1.6K 177 199
                                    

koskoca bir yaz, chan ve minho olmadan geçen üç ay. jeongin'in en zor yazıydı. tabi hyunjin'i de unutmamak lazımdı. gerçi hyunjin çoktan onu unutmuş gibi gözüküyordu. elindeki konsolu yere bıraktı ve yaklaşık üç saattir oynadığı oyunu kapatarak kafasını yatağına yasladı.

uzun zamandır yerde oturmaktan götünü hissetmiyor olabilirdi, ama kalkacak gücü kendinde bulanmamıştı. dizlerini kendine çekti ve elleriyle yüzünü kapattı. gözünden bir tek damla yaş düşmemişti tüm yaz boyunca. ağlamak istedi, çok yalvardı. ama bir türlü başaramadı.

en yakın arkadaşlarını kaybetmek, çok fazlaydı.

jeongin hyunjin'e neden öyle davrandığını açıklayamamıştı. onlar da jeongin'i çıkarttı hayatlarından. artık gruplarına gelen saçma sapan mesajlar yoktu, chan'ın jeongin'i sürekli uyarması yoktu. minho'nun onu çocukluğunda yaşayamadığı şeyleri yaşatması yoktu. en önemlisi hyunjin de yoktu.

jeongin'in ilk aşkı. o da böyle olsun istememişti, eğer hyunjin'i severse onu kaybedeceğini biliyordu. yine de sevdi, yine de sevdi ve kaybetti. bir çıkış yolu bulduğunu düşündü ama yoktu işte. jeongin kimi sevse, onu kaybederdi; eninde sonunda.

annesi kızgındı ona, babası işe konuşmuyordu bile. koskoca üç ayı odasında yemek yemekten kesildikten sonra ailesi onu bir işe vermeye çalıştı. buralardaki bir oyun salonuna, jeongin onların baskısından dolayı kabul etmek zorunda kalmıştı. ertesi gün işe gittiğinde ise, henüz başlayalı daha üç saat bile olmamışken kapıdan içeri giren üç tanıdık yüz onu kopardı tamamen.

chan jeongin'i gördüğü an hyunjin'in elinden tutup dışarıya çıkartmıştı. bir saniyeliğine bile olsa onunla göz göze gelmişti, biliyordu. hyunjin saçlarını kestirmiş, ve yeniden boyatmıştı. tanrı biliyordu ki jeongin'in gözünde o hâlâ aynıydı. üçü de salondan çıktığında jeongin arkalarından koştu, yetişemedi.

kaybolmuşlardı bir anda, bazen jeongin bunun bir sanrı olduğunu gerçek olmadığını hatta delirdiğini bile düşünüyordu. eğer hyunjin'le göz göze gelmeseydi bunu düşünmekle kalmayacak, gerçek olduğuna inandıracaktı kendisini.

tabi bir anda çekip gidince kovulmuştu, ailesi de bir daha ona güvenip bir yere veremedi. zaten biliyordu jeongin, ne annesi ne de babası ona bakmak istiyordu. doğru konuşmak gerekirse, ne babası ne de teyzesi.

jeongin küçükken onu seven tek bir kişi vardı, gerçek annesi. beş yaşına geldiğinde ise her şey alt üst oldu, annesi kanserden öldü, babası delirdi. o zaman babasının ona dediği şeyi çok iyi hatırlıyordu. "sen onun çocuğuydun benim değil."

aklından çıkmıyordu ki, nasıl unutabilirdi?

babasını toplayan kişi ise teyzesiydi, annesi ile ikizlerdi; sanırım en çok da bu yüzden babası teyzesini sevmişti. yedi yaşındayken evlendi ikisi, o zamandan beri bu küçük evde beraberlerdi. teyzesi de jeongin'i çok sevmezdi hatta jeongin ona anne demekten nefret ederdi. ama jeongin, sekiz yaşındayken teyzesine bağırdığında ve ona annesi olmadığını söylediğinde babasından yediği tokadı hâlâ hatırlıyordu.

gözlerini ne zaman kapattığını farketmemişti, ama gözünden akan yaşı hissedebiliyordu. o an kırıldı her şey, jeongin daha fazla bu şekilde devam edemeyeceğinin farkına vardı. arkadaşlarına ihtiyacı vardı, hyunjin'e ihtiyacı vardı.

chan'ın ona saatlerce matematik öğretmesine, minho'nun ödevlerine yardım etmesine, hyunjin'in onu neşelendirmesine.

bunca zamandır arkadaştılar ama kimse onun hakkındaki gerçeği bilmiyordu. çünkü babası ve teyzesi diğerleri varken bir meleğe dönüşüyordu. bu da her ay anneannesinin jeongin'e gönderdiği para yüzündendi.

505 • skzHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin