"Görüyorum" dedi... Ama kimse onu dinlemedi. "Kalbinde iyiliği ve kötülüğü taşıyan, yaraları ve doğruları olan geliyor." Her gün bunları söylemek için çıkıyordu sokağa. Her gün bunları tekrar ediyordu. Kirli, paçavraya dönmüş, üzerinde renk kalmamış, eskiden çok gösterişli olduğu belli olan kıyafetleri ile göklere ve kaldırım taşlarına bakarak yürüyordu. "Gönlündeki acı bir kapı onun, karanlık bir boşluğa açılan ve bu boşluk tamamen boş değil." Her gün konuşuyordu. Geniş caddelerde yürüyor ve dinleyen olsa da olmasa da anlatıyordu. "Bizim hatalarımızı ve bizim doğrularımızı taşıyor. Metal bir yumruk gibi geliyor. Ah!.. Görüyorum." İnsanlar yanından işlerine güçlerine koşturuyor, üzerindeki pislik kendilerine de bulaşmasın diye dokunmadan uzağından geçiyorlardı. "Görüyorum" diyordu ama... adam kördü.
Arrga, sağ bacağını bir balçık çukuruna sokmuştu. Ayağını çıkarırken ise çukur, kürklü çizmesini kendine saklamaya karar vermişti. Şimdi Arrga, çıplak ayağını çamurlu yere değdirmeden dengede durmaya çalışıyor bir yandan da elleriyle çizmeyi çamurdan çekmek için uğraşıyordu. Sonunda dengesini daha fazla koruyamadı ve yüz üstü yere kapaklandı. Zorlukla doğrulurken bir yandan da lanetler okuyordu. "İnil, kofuya... İnilla zira zikuya..." diye sesleniyordu intikam tanrısı İnil'e. "İnil canını alsın... İnil'in ateşinde yanasın." Güzelim kuş tüylerinden örülü cübbesi çamurdan iyice ağırlaştığından yapıştığı yerden kurtulması daha da güç olmuştu. Sonunda bütün bu hareketler için çok yaşlı olduğunu düşünüp -ki hesaplarına göre kırkdört yaşındaydı- pes etti. Yüzündeki çamuru üstünkörü parmaklarıyla temizleyip, balçık çukuruna girip çizmesini aldı ve çamurlu ayaklarına geçirdi.
Yağmur, bardaktan boşalırcasına yağıyordu. Yıldırımlar, gök kubbeyi gün gibi aydınlarıyor, sanki tanrılar kavga ediyordu. Arrga, sonunda Angula'nın evine varmıştı. Kapıyı yumrukladı ve yıldırımlar ile gökgürültüsü eşliğinde bağırdı... "Kapıyı açın. Benim Arrga..." o sırada dikkatle dinleyen biri olsaydı sesindeki yalvarışı yakalayabilirdi belki.
Kalın ahşap kapıyı genç bir kız açtı ve karşısında yüzü kuş tüyleri ve balçıkla kaplı, salkım saçak, çamur içinde, siyah bir silüet görünce küçük bir çığlık attı. "Benim Esel, Arrga." dedi kapıdaki silüet ve söylenerek Angula'nın ikinci en büyük kızının yanından geçti. "Hoşgeldin bilge kişi" diye kısık sesle geveledi Esel, Arrga çamurlu çizmesini çıkarırken. Arrga, hem yağmur yüzünden balçıklaşan yolda yürümenin zorluğu, hem de ağırlaşan cübbesini taşımaktan ve de gecenin köründe yatağından kaldırıldığı için bitap ve bezmiş görünüyordu. Cübbesini çıkarıp Esel'e doğru fırlatırken bir yandan da evin en büyük odasına doğru yürüyordu. Hızını hiç kesmeden "Elime, nerede?" dedi kıza, kız hala çamur içindeki cübbeyi kucağında zaptetmeye çalışırken. Arrga, kız daha cevap veremeden Angula ile göz göze geldi. Angula ayakta üç yaşındaki en küçükleri hariç beş erkek çocuğu ise oturarak büyük odada bekliyorlardı. Diğer bir odada ise üçüncü en büyük kızı ve henüz bebek sayılan kız kardeşi ve en küçük oğlan kardeşi ile ilgileniyordu. Onu gören gençler ayaklandılar ve hep bir ağızdan ahenksiz bir "Hoşgeldin bilge kişi" kakafonisi çıktı. Angula'nın yüzünde endişeli bir ifade vardı. Selam faslını es geçerek "Öğleden beri yoğun sancısı var ama doğum gerçekleşmedi" dedi.
Odaya açılan küçük odalardan birine bir perde çekilmişti. Elime, içeride ara sıra çığlıklar atıyordu. Yanında en büyük kızı ve annesi vardı. Arrga, Angula'nın yüzüne suçlarcasına bir bakış attı. "Ben söylemiştim" der gibiydi. Angula, aniden Arrga'nın gözleri yerine yerdeki tahtalara bakmanın daha uygun olacağına karar verip bakışlarını devirdi. Arrga, bu sessiz muhabbeti daha fazla uzatmak istemedi ve perdeli odaya doğru yöneldi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Atakat
FantasyBu hikaye, değişimin, zamanın ve insanlığın hikayesi. Savaşın, insanların ve kültürlerin hikayesi. Bu hikayenin geçtiği dünyayı ben de sizinle birlikte keşfediyorum ve her yeni mekan her yeni karakter ile merakım daha da artıyor. Uarraka adlı küçük...