2. Bölüm

66 4 0
                                    

Kendimi toparlamaya çalışarak nefes aldım.
"Süpriz!" Dedi.
"Ne süprizi bu saatte?" Dedim. Bora bizi izliyordu.
"Özledim seni. Adresini buldum. Buraya kadar geldim. Işığı açık görünce aradım. Ama açmadın."
"Hı evet. Elim yanlışlıkla meşgule kaydı." Derken gözlerim Bora'ya kaydı. Gözlerinin içinde öfkeden oluşan alevi gördüm. Bu duruma sinirlendim. Fırsat bu fırsat deyip Emir'e döndüm. "Canım benim. Bende seni çok özledim Emir." Dedim ve Emir'e sarıldım. Bora'ya bakmamaya kendimi zorladım.
Bora iç çekerek "Kapıda özlem gidermeniz bittiyse içeriye giriyorum." Dedi umursamaz sesiyle. Sesi öyle bir tondaydı ki kızıp kızmadığını anlamadım. Sonra bana dönüp ekledi. "Elif seninle konuşacaklarım var." Emir tuhaf tuhaf Bora'ya bakıyordu. Bora kendinden emin tavırlarıyla içeriye girerken kolundan tutup geriye ittirdim.
Kızgın bakışlarla "Def ol git Bora! Konuşacak birşey yok!" Dedim.
"Ben zaten 'konuşalım mı?' demedim. 'Konuşacağız' dedim." Diyerek yoğun bir şekilde beni süzdü. Bende kendime bakınca utandım. Çünkü pijamalarımlaydım. Bora'yı gitmeye zorlamak için çok uğraşmalıydım. Bu da uzunca bir süremi alacaktı. Oysa ben bu şekilde (ayıcıklı pijamalarımla) bir saniye daha yanlarında kalmak istemiyordum. İsteksizce kapının kenarına çekilip elimle içeriyi göstererek onları davet ettim. Ve ilk fırsatta odama koşup üstümü değiştirdim. Döndüğümde Emir etrafı inceliyor Bora da gözünü kırpmadan onu izliyordu. Koltuğa oturduğumda Bora bakışlarını bana çevirip Emir'e "Gecenin bu saatinde Elif'in evinde ne işin var?" Diye bir soru yöneltti.
Duygusuz olmaya çalışarak "Sana ne?" Dedim.
"Yok Elif haklı. Biz yarın yani bugün Canada'ya taşınıyoruz. Uzun süredir adresini arıyordum. Sonunda buldum. Her ne kadar çekinsemde geldim işte. Seni çok sevdiğimden. Vedalaşmadan gitmek istemedim. 3 senelik arkadaşımsın. Yaz tatilini de eklersek yedi aydır görüşmüyoruz. Özlem de eklenince geldim.
'Buluşuruz diye okuldan ayrılunca pekte üzülmemiştim. Off Emir ya. Niye gidiyorsun ya."
Emir sırıtarak "Elif peki bu kim? Sevgilin mi lan yoksa?
"Yoo ne alaka?"
"Tamam kızma atarlı prenses. Peki, bizi tanıştırmayı düşünüyor musun?"
"Ha unutmuşum. Bu Emir, bu da Bora."
Emir çok tatlı bir gülümsemeyle Bora'ya elini uzattı. Bora bakışlarını Emir'in eline yöneltti. Daha sonra bana bakarak arkasına yaslandı.
Ve tam da beklediğim gibi Emir'in bütün gülümsemesi bir ışık gibi söndü.
Ardından ayağa kalkıp konuştu. "Neyse ben artık gideyim. Rahatsızlık verdiğim için tekrardan özür dilerim." Kal diyemezdim. Nasıl olsa kalmayacaktı. Hem biraz daha kalsa bence kavga çıkacaktı.
"Saçmalama! Ne rahatsızlığı?" Emir'e kapıda tekrar sarıldım. Ve gitti.
Kaldım mı psikopat, manyak, sapık Bora ile yanlız. Normal insan değil ki! Onun yanında kesinlikle şansa ihtiyacım var.
İç çekerek salona geçtim. Gözlerine bakmadan "Acaba sen de gitmeyi düşünüyor musun?" Dedim. Sorumu önemsemeden konuştu. "Konuşacağız demiştim..." Dediğinde sözünü kestim. "Heey! Ben buradayım! Diyorum ki acaba gitsen mi?"
Yaslandığı koltukta dikleşerek "Merak ettim seni." Dedi. Bu cümlesine kahkaha atarak "Sen... Merak ettin... Tamam çok güzel bir espriydi. Artık ciddi olalım!" Dedim.
Başını eğerek "1 haftadır okula gelmiyorsun telefonun kapalı. Markete bile çıkmadın..." Dedi.
"Umurunda mı? Umurundaysa bile bir düşünsene niye bu haldeyim? Kullanıldığım için veya duymadığım hakaretleri duyduğum için olabilir mi?" Dedim ve ekledim. "Söylesene! Hangisi? Bence ikisi de..." Sustum. Çünkü konuşursam ağlayacağımı biliyordum.
"Söylediklerimin arkasındayım!"
"Öyle mi? O zaman git evimden. Def ol git!" Dedim ve odama geçtim. Kapıyı da sertçe kapadım.
Ama uyuyamadım. Bir süre hıçkırıklarımı yutarak sessizce ağladım. Kapının altından salona baktığımda ışığın açık olduğunu gördüm. Zaten uyuyamıyordum. Salonun ışığını kapamak için kalktım. Odamın kapısını açarken bir an duraksadım. Ya gitmediyse? Yok canım! Daha neler? O kadar da yüzsüz değildir. Her halde... Ayy tabii ki gitti. Ben de ne düşünüyorsam. Kapıyı açıp salona girdim.
Ve ben şok...
Gördüğüm manzara aynen böyle: Bora koltuğa sere serpe yatmış. Sızmış resmen. Tam bir öküz gibi.
Sinirle kendimi koltuğa attım. Ne yapacağımı düşünüyordum. Akiıma gelen bazı saçma şeylerden biri de yastık alıp kafasına vurmaktı. Ama kendime engel olmak için mutfağa geçtim. Bir bardak alıp su içtim. Su içince sinirlerim azıcık yatışmıştı. Salona geri döndüğümde ışığı kapattım. Aynı koltuğa tekrar oturdum. Karanlıkta onu izlemeye başladım. Aynı zamanda düşünüyordum.
Nefret sevgiden daha güçlü bir histir. Bunu biliyordum. Peki ya aşk? Nefret mi aşk mı? Hangisi daha güçlü? Bir insan birine karşı hem aşk hem de nefret hissedebilir mi? Yoksa duyduğu sadece aşk veya nefret midir?
İşte böyle cevabını bulamadığımsaçna soruları sordum kendime, Bora'yı izlerken. Daha sonra gecenin karanlığını izledim. O sessizliği izledim. Havada uçuşan aşkı, öfkeyi, kırgınlığı, nefreti, pişmanlığı...
Beynim de kalbim gibi yorulmuştu. Hem düşünce hem de duygu karmaşası içindeydim. Mantığım duygularımı dengelemiyordu. Artık uyumalıydım. Ayağa kalkmaya üşendim. Oturduğum koltuğa yattım. Birden gözlerim saati aradı. 05:32.
Vay canına! Demek bir buçuk saat uykuyla yetinecektim. Çünkü bugün okula gitmeye kararlıydım. Bunları düşünürken esnedim. Ve hemen bütün düşünceleri zihnimden atıp gözlerimi kapadım.
Bir buçuk saat uykuyla istemsizce uyandım. Bora hala yan koltukta 'öküz' gibi uyuyordu. Esneyerek koltuktan kalktım. Salondan çıkarken durup Bora'ya baktım. Zihnimde yine aynı soru vardı: Nefret mi? Aşk mı?
Ve birden anlam veremediğim bir öfke geldi. Belki de beni ikilemde bıraktığı için sinirlenmiştim. Bilmiyorum. Bora'ya doğru birkaç adım attım. Elime yastık aldım. Etrafa saçılmış olan bütün cesaret kırıntılarını bir araya topladım. Derin bir nefes aldım. Ve tüm gücümle yastığı Bora'nın kafasına geçirdim. Bora sersemlemiş gibi eliyle kafasını korımaya çalıştı. Bora'ya vurmak beni rahatlatmış, sakinleştirmiş ve öfkemi dindirmişti. Bora ikinci darbeyi vuramayacığımı anlamış, kendini toparlamaya başlamıştı. Tam ayağa kalkmak üzereyken ikinci darbeyi kafasına geçirdim. Kendimi durduramıyordum. Üçüncü kez vuracakken yastığı tuttu. Sertçe yastığı elimden çekip yere fırlattı.
Öfkeli ama sakin olmaya çalışan bir sesle "Elif ne yapıyorsun?" Dedi.
"Ne yaptığımı bile bile ne yaptığımı mı soruyorsun?" Dedim gülerek. Tek kaşını kaldırıp hızlıca söylediğim karışık cümlemi anlamaya çalıştı. Sonra pes edercesine kaşını indirip beni süzdü.
"Hemen hazırlan! Çıkalım." Dedi emir vererek.
"Hemen mi? Sen bir kızın hazırlanma süresini biliyor musun? Onu geçtim. Çıkalım derken!? Ben seninle birlikte hiç bir yere gitmem!"
Muzipçe güldü. "Alt üstü okula gideceğiz. Merak etme seni yemem."
"Sıkıyosa... Hem sen ne kadar yüzsüzsün ya. Sana def ol git demiştim. Ama sen koltuğa rahatça yaylanmış uyumuşsun! Yüzsüz! Öküz!"
"Rahattı koltuğunuz." Deyip gayet sakin bir şekilde koltuğa oturup kollarını göğsünde birleştirdi. Ve dudağının kenarı yukarı kıvrıldı. O pis sırıtışıyla benim sinirli halimi izliyordu.
Sıkılmışcasına gözlerimi devirdim. "Üzgünüm Bora. Ama senin çocukluklarınla hiç uğraşamayacağım. Ayrıca bu ne rahatlık? Sanki herif babasının evinde! İnsan bir düşünür. Acaba gecenin pardon sabahın ilk güneş ışıkları etrafı doldurmamışken, genç bir kızın evine gitmek uygun mudur?"
"Sen benimsin! Nerede, nasıl, ne zaman istersem yanına gelirim! Bana hesap soramazsın!"
"Yok ya! Sen kim oluyorsun ki ben senin olayım? Başkaları adına cevap vermeyeceğim. Ama kendi adıma konuşacak olursam, bunu böyle bil; Sen benim için bir hiçsin!"
"Elif sözlerine dikkat et!"
"Sen beni kullanmak istediğin için çıktığını söylerken en ağır biçimde nasıl anlatırım diye düşünürken sözlerine dikkat etmiyordun. Yani şimdi karşıma geçipte ' Ölöf sözlörönö dökköt öt!" diyecek son kişi bile değilsin."
"Konuyu kapatsak?"
"Yoo. Haklı olduğum için işin içinden çıkmaya çalışıyorsun. Hem gerçekten 'insan' olsaydın babamın, annemin evde olma ihtimalinide düşünürdün. Ama bunun için 'insan' olmak gerekiyor."
"Evet. Evde olabilirlerdi. Ama yoklar."
"Ya olsalardı. Ne yapacaktın? Çok merak ediyorum."
"Sence o kadar salak mıyım?"
"Evet." Dedim gayet ciddi bir ifade ile.
Söylediğimi duymazlıktan gelerek konuştu. "Elif, hakkında herşeyi biliyorum. Annenin deden kanser olduğu için İstanbul'da olduğunu, babanın da iş gereği İzmir'de olduğunu biliyorum."

Dipsiz Kuyular: DengesizHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin