Anlamsızlık

5 0 0
                                        

Pieero amcasıyla karşılaşmanın verdiği heyecan ve korkuyla kekelemeye,korkmaya,terlemeye başlamıştı amcasına sanki yeni gelmiş gibi bir hava vermek amacıyla şaşkın ve kafası karışık tepkiler vermeye ne kadar çalışsada Abrahamın aptal olmadığının oda farkındaydı Abraham Pieero'nun bu saçma tavırlarını keserek ona kilisede naptığını sordu Pieero'ysa onu görmeye geldiğini hatta onu bulamayıp çıktığını söyledi ama yüzündeki terlemeden yalan söylediğini anlamak için dedektif olmaya gerek yoktu gerçi ha yalancı pehlivan ha doğrucu davut gerçeği bildikten sonra sıfatların ne önemi var ki? Abrahamın kendine uygun yolları vardı ona göre bir şey anlatmak istiyorsan ve bunu sert bir dille yapıyorsan bu ilerlemeden çok nefrete sürüklenir ve nefrete eninde sonunda geriletir,ona bağırmak veya kızmak yerine sanki yaşanmamış gibi davranıp altdan altdan emellerine ulaşmak en mantıklısı ve öylede oldu Amcası Pieero'nun yalanına uygun hareket etti kendide bu ufak çaplı oyunda bir yer edinmişti...Pieero amcasının bu tepkisini anlamamıştı ondan kilisedeki diğer papazlar gibi kendisine kızmasını azarlamasını beklemişti ha onunkide bekleme olsa hayatını amcasıyla geçirmesine rağmen onu anlamaması onun çokta lehine...Bundan sonraki gün Pieero yeni birşeyler hissediyor,kaderin ona çizdiği yolu iple çekiyordu bazı farklılıklar oldu bu sefer kahvaltısını dışarda arkadaşlarıyla yapmaya gitti etrafına tam anlamıyla neşe saçan Pieero gittiği kafede kendisini bekleyen arkadaşlarına yerine olum sessizliğindeki en yakın arkadaşlarını bile tanıyamadı yüzleri asık espressolarını yudumluyor bir yandan sigara içip bir yandan karamsar muhabbet ediyorlardı Leonarda ise melon şapkasını gözüne kadar çekmiş sadece oturmakla yetiniyordu yanlarına gidince daha yeni fark edilen Pieero kendisine bir sandalye çekti garsondan bir latte isteyip cebinden bir çubuk tarçın çıkardı
Tarçını önce ikiye kırıp sonra ellerinde ezen Pieero tarçını kahvesine döktü ellerinde kalan isin tatlı konusuysa sanki son baharda düşen yaprakları anımsatıyordu bacak bacak üstüne attıp oda muhabbete katıldı,muhabbet denebilrse herkes küçük Leonardo'a baş sağlığı diliyordu olaylardan bır haber Pieero kolunu Costantine sürtüp ondan olayları anlatmasını rica edince bütün kelimeler ortaya döküldü... Anlattığına göre Leonardın babası gittiği bir tren yolculuğunda olan kazadan dolayı vefat etmişti bundan ağır bir üzüntü duyan leonard elinden geldiğince duygularını belli etmemeye çalışıyor, konuşmuyordu Pieero'ysa bacak bacak üstüne attı ve ağızından çıkan hiç bir kelimeyi duymayacak şekilde anlatmaya başladı Pieero buna üzülmesine gerek olmadığını bunun kader olduğunu ve her insanın kaderinin bir gün son bulacağını söyledi kaderi güneşe benzettiğini eninde sonunda ne kadar güzel ve parlak olsada bir zamanının olduğunu her zaman sabah olamayacağını bazen karanlıklarda ki Ayın güneşi öldürmesi gerektiğini anlattı Leonard ayaklarını yere koydu ellerini birbirine bağlayarak Pieeroya gözlerini göstermeden sakinliğini koruyarak sorular sormaya başladı "Pieero,Ay neden her zaman sabah olmasına izin vermiyor ay neden sonsuz bir sabah olmasına izin vermiyor,neden kader hep iyi adamları önce seçiyor Pieero?" Pieero kahvesinden bir yudum aldı ve anlatmaya devam etti "Kader insanların iyi kötü,suçlu suçsuz,hakim hırsız, mükemmel sorunlu olmasına bakmaz kaderin duyguları yoktur sadece kaderdir eğer duyguları olsaydı neden kader olurdu'ki yada daha açık haliyle kadere neden insanı kavramlar yüklerizki onun birşeyler hissettiğini nereden bilebiliriz eğer bir şeyler hissetseydi ve her gün onlarca iyi adamın öldüğünü görseydi sence kader kader olabilirmiydi kaderi kader yapan zaten kavramındaki anlamsızlıklardır kaderin kendine ait bir düşüncesi yada Fikri yok kaderin bir ağaçtan yada bir bulutttan farkı nedir ki hepside bir duygu yada düşünce olmadan sadece yapmaları gerekeni yapıyorlar,kaderi anlayamayız sadece izleyebiliriz."Leonard bu sözlerden sonra Pieeronun yüzüne bile bakmadan mekânı terk etti arkadaşları ise Pieero ya kızarak neden yaraya tuz bastığını sordular Pieeroysa verdiği onlarca söz ve kelimeden bunları çıkaran "Arkadaşlarının" yüzüne bile bakmadan kahvesinin son yudumunu alıp hesabını ödeyerek kapıdan dışarıya çıktı yolda yürürken aklına evvelsi gün gördüğü kadın geldi onunla bir kez daha buluşmak için aynı yola doğru gitmeye yol aldı... Yolda giderken her geçtiği arabanın camından yakasını düzeltiyor saçlarına bakıyor ve her çiçekçiden bir gül almayı unutmuyordu Pieero daha önce hissetmediği sadece filmlerde ve çevresinde gördüğü bu duyguyu anlamlandırmaya çalışıyordu içindeki neşe şöminedeki odunlar gibiydi ne zaman biri kul olsa başka biri geliyordu bitmek bilmeyen ateş her saniye harlanıyordu kendini sanki pederin yanına gidercesine stresli hissediyordu durağa yaklaştıkça kalbi çarpmaya bacakları titremeye başlıyan Pieero kendine içinden rahatlamasını söylesede nafile... durağa giderken ki son kavşakta yoldan dönünce onunla karşılaşacaktı kendince kafasında yüzlerce plan kursada hepsi boşuna Destiné hiçbir yerde yoktu sağına baktı soluna baktı ma yoktu sonra gülümseyerek kaderin bu seferki oyununu tahmin etmeye çalıştı kendi içinden onu nelerin beklediğini düşünmeye başladı her gün aynı saatte gidip beklemeye başladı günler haftalar geçti ama hâlâ ne bir ses ne bir seda vardı bunların üzerine kendince düşünmeye başladı şehirdenmi ayrıldı?Acaba onu unuttumu? Yada sadece orda bir işi yokmu bunları düşündüğü bir gün gene aynı yerde beklerken aklına yıllar önce okuduğu bir kitap olan suç ve cezadan bir şiir gelmişti normalde insanlık içinde konuşmayı pek sevmesede o gün içindeki bir farklılıklar nedeniyle bir anda hatırladığı kadarıyla söylemeye başladı...
"Geceleri gökkuşağına boyamak mıdır suçum?
herkes bağırırken şiirler okumak mı,
susmak mı sözün bittiği yerde, kusmak mı sindirebildiklerinizi?
apansız uykum kaçıyor kaç gece, bu da mı aleyhime kanıt?
sondan saymaya başladım adları-böyle hoşuma gidiyor
beğenmeseler de seviyorum ellerimi,
hep olmayacak düşler görüyorum, yenileceğim kavgalara giriyorum durmadan.
İtiraf ediyorum…"
dedi devamını hatırlayamıyordu ne kadar denesede bir türlü hafızası ona hatırlayamıyordu sonra arkasından tanıdık bir ses yükseldi...
"Silin adımı listenizden, yokum; aslında bir oyun olan kavgalarınızda ve aslı bir kavga olan oyunlarınızda. Kirli sevinçlerinize ortak etmeyin beni. Gözyaşlarınızı da paylaşmıyorum. Yalan övgülerinize ihtiyacım yok.
Gıyabımda kesinleşmiş hükümler verin.

Bir sürgün nereye sürülebilir? Gölgeler kelepçeye vurulur mu?
Çekilin, yürümediğiniz yolları (mı) kirletmeyin.!"
demişti ses o kadar güzel ve yumuşak bir sestiki haftalar ne kelime aylar yıllar geçse de bu ses unutulmazdı öyle bir sestiki insanın içini ısıtan insana en kara günde gözüken ışık gibiydi, anlamsızlıklardaki o güzel basitlik gibiydi...
Bu ses "Destiné"in sesiydi!

PieeroWhere stories live. Discover now