1. Bölüm

451 26 15
                                    


Siktiğimin hayatını yaşamak için ne gibi bir günah işlemiş olabileceğimi düşünüp dururdum hep. On sekiz yıllık hayatım boyunca bir güncük yüzüm gülmemişti ki günah işleyecek an bulayım amına koyayım.

İçimdeki tanıdık sıkıntıyla iç geçirdiğimde ağzımdaki dumanı da dışarı salmıştım. Kafamı duvara yaslamış, izbe bir sokaktan gökyüzünü izlerken hayatımı sorguluyordum kendimce.

Kasvetim göğe yansımış gibiydi, gecenin örtüsünde hiç yıldız yoktu. Onun yerine kara bulutlar sarmıştı dört bir yanı.

Soğuktu.

Soğuk yaralarımı bıçak gibi kesiyordu.

Sızılara, ağrılara, yaralara alışık olduğumdan sorun değildi. Duraksadım. Ne zamandan beri canımın yanması sorun olmamaya başlamıştı? Dudaklarım alayla gerilecek gibi olsa da düz bir çizgi halini aldı.

Yaşadığım boktan hayatın öğretisiydi acıya tepkisiz kalmak.

Bitmek üzere olan sigaradan son bir derin nefes çekip yere attım. Nikotinin dumanı ciğerlerime dolup kasılan bedenimi gevşetirken yerde yanmaya devam eden izmaritin üzerine basarak sönmesini sağladım.

Ellerimi kabanımın içine sokarak ıssız sokakta yürümeye başladım. Saat gece yarısını devireli bayağı oluyordu. Eve dönmek istemediğimden yapabildiğim kadar dışarıda kalır, uyumadan uyumaya o lanet yere giderdim. Beni bekleyen ya da endişelenecek birilerine sahip olmadığımdan rahattım. Aile demeye dilimin varmadığı mahlukatlar ölmemişti, yaşıyordu. Bazen keşke ölselerdi de en azından beni seven bir ailem olduğunu yad ederek batardım battığım bataklığa diyordum.

Yaşıyorlardı. Onun için ölüden farksızlardı ama yaşıyorlardı.

Şehrin ayazı her zaman yüz biçen kuvvette olsa da bu gece bir başka soğuktu. Herhalde yakında kar yağacaktı. Etrafta kimsenin olmamasını fırsat bilerek yürürken düşüncelerime öyle bir dalmıştım ki sert bir fren sesinin yankısını duyana dek neler olduğunu kavrayamamıştım. Yolun tam ortasında yüzüme vuran far ışıkları yüzünden küfrederek elimi yüzüme doğru tutup önümdeki arabayı görmeye çalıştım. Göz ucuyla trafik ışıklarına baktığımda kırmızının yandığını görerek tekrar küfrettim. 

Arabanın kapısının açılıp kapanma sesinden sonra önüme izbandut gibi dikilen gölgeyle far ışıkları da engellenmiş oldu.

"Önüme baksana lan! Görmüyor musun kırmızı yanıyor kırmızı!" Dilimi yanağımın içinde gezdirerek kendimi sakin olmaya zorladım. Ceketimin içindeki yumruklarımı sıkarak "Dalmışız işte birader kusura bakma." dediğimde pekte anlaşmaya yanaşmak istemediğini belli ederek "Çattık ya!" diye öfkeyle üzerime yürümeye kalktığında tek kaşım benden habersiz yukarı doğru kalktı. Kendini ne sanıyordu bu amcık?

Elimi göğsüne koyarak ittirdiğimde benden böyle bir güç gösterisi beklemiyor olmalıydı ki afallayarak bir, iki adım geriledi. "Birader kusura bakma dedik ya işte ne uzatıyorsun!" İzbandut az evvelki itilmeyi yediremeyerek dişlerini sıkıp "Şimdi siktim belanı!" diyerek yumruğunu yukarı kaldırdı. Ahh ahh bu tarz ayılar niye hep beni bulurdu ki? Yok arkadaş ben belayı çekiyordum. Kimseyle düzgün konuşmaya gelmiyordu amına koyayım. Adam bana saldırırken ben düz bakışlarla bana saldırmasını bekliyordum. Karnımdaki morluk hareketlerimi zorlayacak olsa da baş edemeyeceğim bir şey değildi. 

"Semih!" İzbandut kükreyen kalın sesle birlikte taş kesildi. Bende onunla birlikte irkilmiştim, o nasıl sesti lan öyle? Tüylerim diken diken olmuştu. Şaşkın bakışlarımı bize doğru gelen iki adama çevirdim ve anında az önceki sesin kime ait olduğunu anlamıştım.

Çakır. 

Adamın gözleri çakır rengiydi. Gecenin bir körü, sokak lambalarının loş bir şekilde aydınlattığı sokağa rağmen gözleri karanlığı da, insanın içini de delip geçen cinstendi. 1.90 cm boyu, kalıplı vücuduna mükemmel oturan takım elbisesiyle ben patronum diye bağırıyordu. Senelerdir binlerce insanla haşır neşir olduğumdan karşılaştığım kişileri iyi analiz edebilir hale gelmiştim. Ve üzerime keskin bakışlar atan bu adam buram buram tehlike kokuyordu. 

"Ne oluyor burada?" Çakır gözlünün yanındaki diğer takım elbiseli adam sorduğunda izbandut hazır ola geçerek "Efendim bu çocuk kırmızı ışık yanıyor olmasına rağmen bir anda yola atladı. Son anda onu görüp durmasam çarpacaktım. Üstelik suçunu kabul etmek yerine birde dikleniyor." deyince tepem atmıştı.

"Siktir, yalancı! Lan sabahtan beri götümü yırttım burada sana kusura bakma derken. He deyip geçeceğine üzerime yürüyorsun!" Niye açıklama yapıyorum lan ben? Normalde sikine dünyayı takmayan ben izbandutun dediklerini kale almaz yanına gelenlerle birlikte paket ederim onları ama üzerime dikilmiş çakır gözlerin önünde niyeyse susamamıştım.

Bakışları yüzümde geziyordu. "Sen mi yaptın?" Olayla ilgilenmek yerine Semih denen adama bakıp sorduğunda yüzümden bahsettiğini anlamıştım. Dudağım ve kaşım patlaktı. Sol gözümün altında morarmaya başlamış bir darbe izi vardı. Akan kan durmuş olsa da yaraları temizlemediğimden öylece duruyordu. 

"Hayır, efendim. Belli ki buraya gelmeden önce kavgaya karışmış." Semih denen adamın götü tutuşmuştu. Bu çakır sandığımdan daha korkutucu bir herif olmalı. Bakışlarımı ona çevirerek "O yapmadı." dediğimde bana bakmayı sürdürdü. Bir şey demeden bana bakıp durduğundan geriliyordum.

"Pars gecikiyoruz." Yanındaki adam çakıra seslendiğinde içimden birkaç kere adını tekrarlamıştım doğru duyduğumdan emin olmak için.

Pars. Bir insan ancak bu kadar adını yansıtabilirdi.

"Çocuk bir dahaki sefere karşıdan karşıya geçerken gözünü dört aç." Yutkundum. Kaşlarım çatılacak gibi olsa da bir şey demedim, diyemedim. Arkasını dönüp arabaya binene dek ona baktım. Semih bana tip tip bakarken öndeki arabanın şoför koltuğuna geçti. Arabaların camları filtreli olduğundan göremiyor olsam da çakırların vahşi bir hayvan gibi üzerime dikilmiş olduğunu hissedebiliyordum. Zira ensemdeki tüyler kabarmıştı.

Arabaların motorlarını çalıştırıp yanımdan geçip gittiler. 

Kolumdaki saate baktım.

02.45.

Bu saatte ne işleri olurdu ki bu sokakta? Tekin bir yer değildi. Gerçi onlarda pek tekin insanlara benzemiyorlardı bununla birlikte zengin oldukları da barizdi. Sıkıntıyla kafamı kaşıyarak önüme dönüp yoluma gittim.

Eve gidip birkaç saate olsa uyumam lazımdı. 

Yarın okul vardı.

-

-

-



 



3. GÜNAH: ŞEHVET |DADYKİNK|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin