İyi okumalar, umarım beğenirsiniz :)))
Ara sıra telefona bakmaktan bıkmış göz bebekleri odayı sayısız kez arşınlarken içindeki merak bacaklarının ritmik bir şekilde hareket etmesine neden olmuştu. Henüz öğle saatleri olsa da bulunduğu oda fazlasıyla köhne, pis kokuyordu. Muhtemelen birkaç gündür yıkamadığı saçları, terleyip durmaktan yağlanan vücudu kendisini kötü hissettirdi.
Dudaklarında biriken havayı dışarı üflerken ayaklarını harekete geçirip muhtemelen bir sonraki oturuşunda kırılacak yamuk ayaklı sandalyeye veda etti. Çorapsız soğuk ayaklarını parke zeminde iz bırakırken havanın soğukluğu bir kez daha hatırlattı kendini tüm çıplaklığıyla.
Muhtemelen yıllar önce silinmeyi bıraktığı camları sonuna kadar açmıştı, soğuk hava iyi gelecekmişcesine. Aksine zaten buz gibi olan bedenini daha da üşütmüştü. Üzerine aldığı tişörtü yer yer lekelerle doluydu ve kısalığından mütevellit belinin iyice soğuk almasına da sebebiyet veriyordu.
Yere sürülen paçaları altında minik ayaklarını tuvalete yönlendirdi. Rutubet ve is dolu küçücük daracık bir yerdi. Minik lavabodan harici hiçbir şeyi sığmazdı sanki. Eskiden beyaz olduğu düşünülen duvarlar birçok yerde sararmış rengini kaybetmişti. Parkeler arasında da birkaç kırık bulunuyordu. Parçalanmış taş parçaları altına ayaklarını yerleştirerek musluğu açtı, bakındı. Sanki israf edilmek istemez bir tavırla azar azar akıyordu su.
Gözlerini musluktan çekip yansımasına dikti bir süre. Simsiyah yakın zamanlarda kesilmiş kısa saçları, uzun hafif kıvrık kirpikleri, birçok günün uykusuzluğunun verdiği yorgunluktan oluşan göz altları, kemerli kızarmış burnu, küçük biçimsiz dudakları...
Beslenmesindeki düzensizlik vücudunu zayıflatmış yüz hatlarını belirginleştirmişti. Tişörtünü sıyırdı göğüslerinden yukarı. Yaraları çoğu bölgede hakimiyet kurmuş zaten ince olan beli daha da incelmişti.
Derin bir nefes vererek tuttuğu tişörtün eteklerini bıraktı. Ellerini boşuna akan suya hizalandırıp avuçlarında biriken suyu yüzüne vurdu. Soğuktan üşüyen bedeni ellerini zangır zangır titretirken iki üç defa daha tekrarladı hareketi. Ardından musluğu kapatıp adımlarını odasına yönlendirdi.
Lanet rutini her gün yapar olmuştu. Sabahları kalkar ayılana dek camları sonuna kadar açar, birkaç dal sigara ve kahve içer herhangi bir bildirim beklerdi ablasından. Ayakları elleri uyuşana kadar oturduğu sandalyede boş boş düşünüp dururdu.
Ablası ortadan kaybolalı bir haftadan fazla olmuştu. Sürekli kaybolmasına alışkın olsa da en azından haberdar olabiliyordu önceden. Şimdiyse ne telefonuna ulaşabiliyordu ne de iş yerine. Başlarda ihbar etmek için polise gitmeyi düşünse de bunun ablasını daha fazla tehlikeye atabilme düşüncesi onu zorluyordu. Düşünmekten kafayı sıyırmak üzeriydi neredeyse. Diken üzerindeydi. Kendisini yapayalnız, kimsesiz hissediyordu.
Hep tek başına olmasına rağmen ablasının günün sonunda geleceğini bilmesi bile yalnızlığına bi kılıf olmuşken şimdi gün yüzüne çıkmıştı duyguları. Kendini bildi bileli korkuyordu zaten bu denli yalnız olmaktan.
Yatağına uzanacağı sırada zil sesi ruhsuz evi etkisi altına aldı bir anda. Duyduğu şeye emin olamazken bir kez daha basıldı. Koşar adım ilerleyerek baktı delikten, yaşadığı hüsran bütün yüzüne yayıldı ve açtı usulca kapıyı.
"Buyrun?" Kendi sesini duymak onu irkse de bakışlarını uzun boylu adamdan çekmedi. Aslında boyu uzun sayılırdı ama bu adamın yanında pek sayılmazdı.
Tiksinti dolu ifadesi göz bebeklerinden okunuyordu adeta. Simsiyah gözlerini avını izleyen baykuş gibi hareketsizce konumlandırdı karşısındaki bedene. Soğuk havanın iyice titremelerini arttırması hastalanacağının işaretiydi muhtemelen.
"Helin seni almam gerektiğini söyledi."
Ablasının adını duymak bile gözlerinin açılmasına sebep olurken daha fazla dayanamadı soğuğa ve içeri davet etti adamı. Kalın ses tonu en az yüz hatları kadar ürperticiydi. İçeri geçerken inceledi iyice adamı ve arka kemerinde sıkıştırılmış tabancaya göz gezdirdi. Adam tam oturmak üzereyken fark etmişti bunu.
Yöneldiği kanepeyi kaplayan bedeni ile karşısını süzdü. Ne yapacağını bilemez halde yanındaki masaya oturdu ve bir cevap bekledi adamdan. İçerideki sönük güneş ışınları sadece yüzünün bazı yerlerinin net görünmesine izin veriyordu. Muhtemelen yeni kesilmiş sakalları ve kısa saçları, kemikli büyük bir burnu, dolgun dudakları, tahminen yeşil gözleri vardı.
Kaşları çatık onun izlediği gibi o da izliyordu önündeki yüzü. Karşısındaki yorgun ve çelimsiz kızın bu kötü durumu gözler önündeydi. Ona ablasının iyi olduğu hakkında kısa bir konuşma yaptıktan sonra eşyalarını toplaması gerektiğini, bir süre onunla kalması için ablasının onunla konuştuğunu söyledi.
"Helin neden beni aramıyor?" Kızın çaresiz sesi ve düşünceli gözleri adamı buldu. Bu bir soru değildi aslında. Bugüne kadar ablasının dediğine soru soracak söz hakkına bile dahil olmadan ne dediyse ne söylediyse onu yapmıştı. Şimdi yapacağı gibi.
"Dışarıda bekliyorum. Beş dakikan var."
Doğrulan adam hızla çıkıp kapıyı örterken kız da ayaklanıp kendini odasına yönlendirdi. Köşede duran boş sırt çantasını alıp içine evde birikmiş bir miktar parasını, kartlarını ve kimliğini iliştirdi ön cebine. Dolaptan birkaç parça kıyafet ve iç çamaşırı alıp katlamadan attı hızla çantasına. Lazım olabilecek başka bir şeyin olmadığına kanaat getirip üzerine bir kapüşonlu ve dar bir kot pantolon geçirdi.
Tıklanan kapı ile çantasını tek koluna asıp odadan ayrıldı. Vestiyerden aldığı montunu koluna asıp eski püskü kapıyı açtı ve çıkmadan eline beresini de alıp arkasından örttü kapıyı. Elindeki şişme montu titreyen bedenine sararken solmuş kırmızı renkli beresini de taktı kafasına. Donuyordu resmen. Burnu da akmaya başlamıştı.
Düzensiz beslenişi -beslenmeyişi- soğuk almış olması zaten çelimsiz bedenini hasta etmişti. Elleri artık olabileceği en beyaz konumda bir cesedi andırıyordu. Soktu derin ceplerine. Adamın peşi sıra ilerlerken biraz ötede siyah bir arabanın farları yanıp söndü. Adımlarını arttırıp arabaya binerek kendini sıcak koltuğa bıraktı.
İçeride dolanan hoş koku kendini bu arabada bir fazlalık gibi görmesine neden oldu. Yorgunluğu sıcak havayla gün yüzüne çıkmış adeta el salladı kıza. Kız da daha fazla dayanamamış başını buğulu camlara yaslarken gözlerini sıkıca kapatıp ablası olmadan geçirdiği günlere bir gün daha ekledi.
İlk hikayem ve canım sıkıldıkça yeni bölümler yükleyeceğim...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
on dokuz
ChickLit'Çaresiz sonunu bekleyen bi bardakta azıcık yem bulmaya çalışan gerizekalı bi balık gibiyim. Durumumdan kimsenin haberi yok ama belki beni de hatırlarlar diye minicik bir bardakta belkilerle geçiriyorum günlerimi. Ha bugün ha yarın diye diye zaten z...