Soğuğu benimsiyorum. Soğuğu hissediyorum. Soğuk sadece tenimde değil fakat buna alışmak da kolay değil. Soğuk benim. Akan burnumdan nefes alma çabası ve evet, soğuğun yeni rotası ciğerlerim.
Üşüyorsun.
Kış benim. Yağmur, kar ve rüzgar. Sele ben sebep olurum. Arabalara çarpan dolular bana ait, bilirim. Ben dökerim karları asfaltlara ama fırsat vermem tutmasına. Kışı ben başlattım ve üç aya bitecek. Üç aya biteceğim.
Gitmek zorunda değilsin.
Güneşi göremeden gitmeyeceğimi biliyorum. Mürekkep yollarımda donan kanım engel olamaz bana. Güneşimi bulacağım.
Güneşin olacağım.
Henüz donmadım. Bulutlar donarsa ben de donarım. Onlar kendilerini kaldıramayıp yere düşerlerse ben de düşerim. Ben soğuğum, kışım ve yalnız bir buluttan ibaretim aslında. Buralar soğuk biraz. İdare edebileceğimden emin değilim. Düşmeden kırılmaktan korkuyorum.
Seni ısıtacağım.
●
Zaman zaman istediğin şeyi bilmeden zamanın sana bunu getirmesini beklediğin durumdayım. Konumum bu. Amaçlarım saklanmış arzularımın yanına. Hissedemiyorum istesem de ve istemiyorum ama zorundayım. Zorundayız çünkü hayat böyle ilerliyor. Biliyorum, tadı bayat ama görüyorsun ki elimizde bir bu kaldı.
Gözlerim. Benim mürekkebi dökük gözlerim. Saçlarım. Öne taralı tutamlarım. Şu haliyle ıslak bir parşömenden farkı ne kaldı? Dudaklarıma ne demeli? Suyla karışık kan damlaları. İki kanlı parmak izi. Kafam beş para etmez bir adamın kanlı parmaklarıyla yazıp da denize attığı içi dolu ama boş bir parşömene benziyor. Derinlere gömülüyorum ve kimsenin ruhu duymuyor. Tanrı'nın konumu bu.
"Tanrım, kontrol edebileceğin şeyler için endişeleniyor musun? Üzerine gölge düşürebilecek her şey için endişelenecek kadar aşığım."
Kendimi bu kadar (belki bir avuç daha fazla) ve baştan aşağı tutuklu bir aşık olarak belledim. Kalbim kilitlidir benim. Anahtarı bilmem ne ara düşürdüm, nereye düşürdüm. Bulan bulur da bulduğunda bana verir dedim. Bulan buldu, kalbim de onu buldu ama tek sorun şuydu:
Bulduğu benim anahtarım değildi.
Kapılar kapalıydı ama duyduk birbirimizi. Evdeki herkes uyuyordu. Vicdan, pişmanlık, hasret... Bu üçlüyü uyutması zordur. Biz konuştuk sabaha kadar Yeonjun'la. Adın dedim, adın dedi. Yaşın dedim, yaş kaç dedi. Ev dedim, sen dedi.
Ve güldü.
"Kısa bir an için gülen bir insanı izlerken bunu bir şişede saklama arzusuna ne denir bilmiyorum."
Kendim de öğrenebilmiş değilim. Benim doyan yoksunluğumdan mı kaynaklı yoksa onda mı var bir şeyler, bilmiyorum. O beni sevse bile kabullenemiyorum. Kaç evren sığdırmış o aklındaki sokaklara. Hâlâ gelmiş beni buluyor. Vicdanım desen rahat değil, pişmanlık dibine kadar ama en kötüsü hasret. Uyutmuyorlar bu sefer. İntikamın soğuk yendiğini unutuyorlar. Ben Yeonjun'u unutamıyorum. Unutmak da istemiyorum. Ve olur da pişmiş kelle gibi sırıtan hayatın sürtmesi için unutmak zorundaysam ben artık bir yolsuzum. Şeritleri kaldırdık.
Yeonjun'u seviyorum. Yeonjun'u benimsedim. Haklıydı. Ben Yeonjun'um aslında. Ruhsal şeyler dışında tek tük noktada buluşuruz ama bakıştık mı havanın aynadan farkı kalmaz. Yeonjun'u çok severim ben. O da beni sever ve buna çok içerlerim. O umursamaz. Ya da yalan söyler. Yeonjun tam bir yalancı. Sahtekarın vücut bulmuş hali. Saç rengini sorsanız adınızı unutturur da döndürür sizi evinize geri. Çok kurnazdır o. Tam bir tilki. Kafamın içi onunla dolu olduğu için kırkı kendisi tamamlıyor. Bir kişiyle bile paylaşmıyor. Belki o da beni seviyor. Bilmiyorum. Gözleriyle kelimelerimi birbirine düşürüyor.
Ölüyorum. Galiba bu benim son nefesim. Yeonjun'un adı çıksın isterdim ve elimden geleni yapıyorum. Bu sırada arabama akan yolu görüyorum. Benden geliyor. Aşk en büyük başarım. Bunu biliyordum zaten. Aşk Yeonjun. Yeonjun benim. Anahtar Yeonjun'a ait. Yeonjun benim. Anahtar bana ait.
"Bunun ne olduğunu bilmiyorum ama hak ettiğimi düşünmediğim bir şey."
Son konumum, Yeonjun'un ve Tanrı'nın konumu bu. Parşömeni yırtmadan parçaladılar ve Soobin dibi boyladı. İçinde Yeonjun yazılıydı.