Aslına bakarsanız dışarıdan her şey güzel gözüküyordu. Gökyüzü kızıl renge boyanmıştı, havada hafif rüzgar vardı, bembeyaz masalar güvertenin her yerine teker teker dizilmişti ve üzerinde şampanyalar sanki süsmüş gibi duruyordu. Bense, üzerime giydiğim siyah mini elbiseyle tüm bunlara zıtlık oluşturuyordum. Giydiğim kıyafetin hafif göğüs dekoltesi vardı, bunu kamaramdaki dolaptan ödünç olarak almıştım. Yolcular için her şey ayarlanmıştı ve bu benim yolculuğu daha çok sevmeme sebep olmuştu.
Daha fazla merdivenlerin başında dikilmeyerek hızlandım ve kendimi ön masalardan birine attım. İnsanlar yavaş yavaş geliyordu. Çocuklu aileler, yeni evli çiftler, sevgililer... Beni en çok üzense etraftaki çocuklu ailelerin varlığıydı. Onları görmek bana içimdeki eksik parçayı hatırlatıp duruyordu. Ben, onlara karşı tektim. Gemiye tek başına binen nadir insanlardandım ve bu yüzden koskoca bir masaya tek başına oturmak durumunda kalmıştım.
Elimi gergin hareketlerle masanın üzerinde gezdirirken, bir parça şampanyanın kimseye zarar vermeyeceğini düşündüm. Kadehi parmaklarımın arasında nazikçe tutarak, içindeki şampanyadan bir yudum aldım. Boğazımdan geçen acı içki tadı neredeyse kusmama sebep olacaktı ama bunu da önemsemedim. Burada olduğumdan beri kendimi oldukça iyi hissediyordum. Yalnızlığım hariç.
Gece ilerliyordu, insanlar ortaya dökülmüş danslar ediyordu, çocuklar bir sağa bir sola koşuşturuyordu, bazıları yemek yiyordu. Bense elimdeki ikinci kadeh şampanyaya öylece bakıp duruyordum. Ta ki, merdivenlerin hemen başında siyah takım elbisesiyle herkesin dikkatini çeken kişi gözükünceye kadar. Elini tüm zarifliğiyle merdivenin trabzanlarına koydu ve teker teker inmeye başladı. Gözüyle etrafı incelerken, diğer herkesin ona baktığını bilmenin gururuyla gülümsedi.
Üzerinde pahalı siyah takım elbisesi, yüzünde gurur dolu gülümsemesi ve zerafet akan duruşuyla Justin Bieber güverteye iniyordu.
Diğer herkes gibi gözümü ondan alamıyordum ama bunun kabaca olduğunu düşünerek, önümdeki kadehe yeniden odaklandım. İçkiyle aram pek fazla iyi değildi, bu yüzden başım hafiften dönmeye başlamıştı bile.
Güvertedeki herkes merdivenlerden gülümseyerek inen ve çevresindekilere fotoğraf dağıtan Justin Bieber ile ilgilenirken, benim ortadan kaybolduğumu kimse fark etmeyeceği için elime kadehimi alıp geminin uç kısmına doğru yürümeye başladım. Hava yavaş yavaş soğumaya başlamış, üzerimdeki mini elbise yüzünden vücudumun her yeri neredeyse titreyecek kıvama gelmişti. Ama bunun beni yıldırmasına izin vermeyecektim. Hem alkolün insanın içini ısıttığını söylemiyorlar mıydı hep? Birazdan geçerdi.
Kendimi ağır adımlarla uç kısımdaki banklardan birinin üzerine atıp, kadehimi hemen yanıma koydum. Bu sırada da kollarımı birbirine bağlamış ısınmaya çalışıyordum.
"Hey," dedi arkamdan tanıdık bir ses. Daha doğrusu televizyonlardan tanıdığım bir ses. "Ceketimi ister misin?"
Kafamı hızla kaldırıp arkamı döndüğümde, karşımda duran kişi Justin Bieber'dan başkası değildi. Ona sakin bir gülümseme gönderdim, onu sadece televizyonlardan ve dergilerden tanıyordum ve iyi biri olduğunu düşünüyordum. Hepsi buydu. Ona karşı özel bir ilgim ya da hayranlığım yoktu.
"Teşekkür ederim gerçekten gerek yok." Dedim gülümsemeye çalışarak. Yaptığım tam bir aptallıktı çünkü kol tüylerim bile soğuktan diken diken olmuştu.
Ağır adımlarla yanıma gelip, banka oturdu. Hayatımda ilk kez bir ünlüye bu kadar yakın oluyordum. Üstelik benim yerimde olmak isteyen milyonlarca insan olduğunu bilerek.
"Az önce masada yalnız oturduğunu fark ettim." Ellerini ceketinin cebine atıp bir paket sigara çıkardı. "Gemiye tek başına mı bindin?"
"Evet," diye cevapladım gözlerimi denizden ayırmadan. "Uzun zamandır her şeyi yalnız başıma yapıyorum."
Eline aldığı sigara kutusunu bana doğru uzatıp, "Almak ister misin?" diye sorduğunda buna hayır diyemeyeceğimi biliyordum.
Bu yüzden elimi yavaşça kutusuna uzatıp içinden bir tane alacaktım ki, benim yerime bir tanesini çıkartıp dudaklarına götürdü. Sigarayı yakıp bana uzattıktan sonra kendisi içinde bir tane yakmıştı.
"Hala ceketimi istemediğinden emin misin?" diye sordu. Gözüm denizde olmasına rağmen bana baktığını görebiliyordum. Bu sefer ona hayır diyemeyecektim çünkü soğuktan bacaklarımı hissedememeye başlamıştım.
"Eğer o kadar ısrar ediyorsan." Dedim mahcup bir ses tonuyla. Üzerindeki ceketi bir hamlede çıkarıp omuzlarımın üzerine bıraktı.
"Teşekkür ederim." Sigaradan bir nefes alırken fısıldadım. Ceketi sayesinde birazda olsa ısınabilmiştim.
"Amerika'ya neden gidiyorsun?" diye sordu hiç beklemediğim bir anda. Aslına bakarsanız, neden burada oturup benimle muhabbet etmeye çalıştığı hakkında en ufak bir fikrim yoktu ama yine de hoşuma gitmişti. Bu gerçekten de nazik bir insan olduğu anlamına geliyordu. Aynı zamanda da normal bir insan olduğu.
"Buradan gitmem gerekiyordu. Yapacak hiçbir şeyim kalmadı." Sigaradan bir nefes daha alarak havaya üflediğimde o da benimle aynı şeyi yapmıştı. "Peki sen neden buradasın? Bir uçakla birkaç saat içinde Amerika'da olabilirdin."
"Seninle aynı sebeplerden." Dedi. "Gemileri ve denizi seviyorum."
Söylediği cümle üzerine kafamı hızlıca kaldırıp ondan tarafa baktım. Sağ profilden gerçekten mükemmel gözüktüğünü inkar edecek değildim. "Bunu nereden biliyorsun." Dedim gülerek.
"Çünkü sende istesen uçakla gidebilirdin." Dedi bilmiş bir ses tonuyla.
"Haklısın."
"Bu arada ismin neydi?" diye sordu, elindeki sigarayı tek parmağıyla denize doğru fırlatırken.
"İsmim Chelsea , sende Justin ve bu da ikimizin de memnun olup sonra da konuşacak bir şey bulamayacağı o an." Söylediğim şey çok komikmiş gibi neredeyse kahkaha atacakken kendimi durdurdum.
"Hayır Chelsea," elini saçlarına götürüp karıştırdı. "Senin hakkında öğrenmek istediğim çok şey var."
"Hakkımda öğrenebileceğin bir şey yok." Elimdeki sigarayı tıpkı onun yaptığı gibi denize fırlatarak bankta iyice geriye doğru yaslandım. Aklım hala yarım kalan şampanya kadehimdeydi.
Düşüncemi okumuş gibi hemen yanında duran kadehi bana uzattı. "Sadece sen öyle olduğunu düşünüyorsun."
"Öyle olduğunu düşünmüyorum, öyle olduğundan eminim." Dedim kadehi elinden alırken. Ama biliyordum ki biraz daha içip kafayı bulsaydım, oturup ona tüm hayatımdan bahsedebilirdim. Söylediğim şeye nazikçe gülümsemekle yetindi.
"Senin hakkında çok şey öğreneceğim Chelsea buna sen bile şaşıracaksın. Ama bu gece değil."
"Lütfen bu gece olsun." Dedim alay eder gibi bir ses tonuyla. İçkinin bana yaptırdıkları hakkında konuşma yapmama gerek var mı?
Güldü.
"Bu gece değil ama elbet bir gece."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ship // j.b
Fanfiction❝İsmim Chelsea, sende Justin ve bu da ikimizin de memnun olup sonra da konuşacak bir şey bulamayacağı o an.❞