31

294 26 4
                                    

Şura'dan...

Herkesin küçükken olmak istediği bir şeyler vardı. Kumdan kaleleri ve hayalleri vardı. Aynı kumdan kalelerin yıkılması gibi hayallerde biz yaş aldıkça yıkılıyordu. On iki yaşımdayken tüm dünyayı kurtaracağımı sanırdım, on beşime geldiğimde ailemi kurtaracağım derdim ve yirmi yaşıma geldiğimde düşünebildiğim tek şey: Kendimi nasıl kurtaracağımdı.

İş öyle sarpa sarıyordu ki bir noktadan sonra, hayat baştan ayağı yıkıyordu seni. Bu yıkanmadan payımı almamak için çok uğraşmıştım ve ayrıca çok da şanslıydım.

Ailem beni hep desteklemişlerdi, çevremde hep harika insanlar olmuştu, hep güler yüzlü o tatlı kız olmayı başarmıştım yani.

Lisede, babamın tayini Çanakkale'ye çıkınca, Ankara'dan doğduğum ve büyüdüğüm şehirden ayrılmak zorunda kalmıştım. Çevremdeki iyi insanlardan, küçük dünyamdan çıkmıştım. Ve o okul bahçesinden içeri girerken, ağlamamak için kendimle savaşıyordum. İlk dersimi işlediğimde, ilk kantine gittiğimde hep hüzünlü ve üzgündüm. Hiç kimseyi tanımıyordum, kimse de beni tanımak istemiyordu. Buraya ait değildim.

Fakat çok zaman geçmeden, basketbol kortlarının orada bir bankta oturup çilekli sütümü içerken bir kız ve arkadaşı yanıma oturmuştu. O an, yüzüne baktığımda yüzündeki o küçük şirin gülüş ve utangaç gözlerden payımı almıştım. Bir anda, eve gelmiştim.

Bana ismini söylediğinde ve arkadaş olduğumuz o uzun sürede de ondan hoşlanıyordum. O da benden hoşlanıyordu ve bu bir mucizeydi.

"Kendini çok yıpratmamana sevindim." Eylem dondurmanın son kaşığını ağzına atmadan önce demişti bunu.

Yüzümde hoş bir gülüşle omuz silktim. "Ben güçlü bir kızım."

Hayır değildim; ağlamak istiyordum, tüm dünyanın dönmeyi bırakmasını ve bana odaklanmasını da istiyordum. Ama bunu yapamazdım. Karşımdaki kişi omzunda ağlayabileceğim o kişi değildi, şımarabileceğim kişi değildi.

Yumruğumu sıktım.

Acımın sebebini bile, acıma sarılarak çözmeye çalışıyordum. Cidden bu çok sefildi.

"Ne düşünüyorsun?" Dedi Eylem benim konuşmamamdan şüphelenerek.

"Hiçbir şey." Çilekli dondurmamın az kalan kısmını da karıştırarak sulandırdım.

"Şura üzücü bir durum biliyorum ama Yağmur'un da kötü bir niyeti olduğunu sanmıyorum."

"Ben de konuşmak istediğimi sanmıyorum Eylem." Sert çıkıştığımı cümlem ağzımdan çıkana kadar fark etmedim.

Kaşığı masaya bıraktım ve Eylem'in uzun siyah saçlarından, kahve güzel gözlerine çevirdim gözlerimi.

"Özür dilerim."

Hızla gülümsedi ve başını iki yana salladı. "Sorun değil. Üzgünsün biliyorum."

Öyleydim cidden. Ve çok şaşkındım çünkü uzun bir süre sonra ilk kez üzgün olmamın sebebi Yağmur'du.

Yağmur'la ben, ciddi kavga insanlarından değildik. Altı yıldır ortak olan hayatımızda anlaşadığımız tek şey; onun, bazen dışarıdan da yemek yeme isteği ve benim, ev yemeği yapmak için diretmem olurdu.

Ailelerimiz konusunda, dünya görüşlerimiz, siyasi görüşlerimiz, kitap ve dizi zevklerimiz konusunda uyuşurduk. Bunun sıkıcı bir birliktelik olduğunu düşünebilirsiniz ancak en yakın arkadaşınızla çıkmak böyle bir şeydi işte. Her daim beraber takılmanın verdiği bazı usta bilgiler olurdu; mesela eğer film izliyorsak 1.5 hızda izlerdik. Çünkü o öyle severdi. Ancak eğer bir dizi izliyorsak her aradan sonra en az üç tane abur cubur yemeliydim ve dizi hakkında kritik yapmalıydım çünkü ben de böyle severdim.

eve and eve |gxg|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin