üç

56 13 1
                                    

angel uzun alt kirpiklerini havadan toz koparabilecekmiş gibi ağırca kırpıştırdı.

hua'nın, odasında bir kadını tatmin ettiğini gördüğünde fuhuş evinin uzak ve soğuk gerçekliğinin onu çarptığını görebilmişti. sanki anne ve babasından nasıl meydana geldiğini tekrardan öğrenmek gibiydi. insanlığın ve hatta hayvanların bile doğası, iç güdü, erişkin insanların iradesizliği, hepsini tekrardan tecrübe etmek gibi. angel'ın gözünde sevişmek ile ilgili ne varsa, aşağılayıcıydı . buna chouko, koca abi horibe ve zamansız güzel olan hua bile dahildi.

o gün varlığını tatami kaplı zeminden çektikten hemen sonra hamama gitmiş temizlenmişti. içerisi nane çiçekleri kadar ferahlatıcıydı. su sıcacıktı. göğsünden aşağısına baktığında kendi resmini görebileceği kadar berraktı. cadılı ve kirli olarak itham edilen fuhuş evinden çok uzak olduğunu düşünmüştü.

birkaç hafta çinli kadın(shu mian) ve koca abi horibe'nin gözetimi altında tutuldu. market alışverişlerini halletti, misafirlerden para zarflarını teslim aldı ve efendi chuko'a götürdü. kadınların arasına asla sokulmadı. efendi onu ağır ağır sergiler gibiydi. kadınlardan sekiz hane uzakta, beş hane uzakta ve üç hane uzakta. fuhuş evinin misafir karşılamakla görevli olan ergin kadınları, değerlendirilebilir güzelliğinin bu tür işlere koşturularak heba edildiğini ima etmişlerdi. koca abi horibe ise sabırla beklemelerini iletmişti.

ve koca abi horibe, bir akşamdan önce hanesinin önüne gelerek angel'a seslenmişti.

"artık ona sen eşlik etmelisin.'' sürgüsü çekilen kapının dört adım gerisinde hua'nın ismini verdi.

"efendi sana angeldevil ismini verdi. aklından çıkarma, bu ne demek biliyor musun?" demişti. çekik gözleri kısıktı, kalın derisi gergin. sakalları dümdüz aşağı taranmıştı. kaşları kıvrıktı. "melek olmadan önce iblis olacaksın." koca abi feng, ilham aldığı herhangi bir budist düşünürün sözlerinden bir kıta okur gibi içinden geçirdi. "tanrı her meleği sevmemeli. "

"güneş çitlerin arkasına çekildiğinde onu almak için çık."

angel her gergin oluşunda terliklerini birbirinin üzerine çıkarırdı. hua'yı angel'ın odasını bir kadın ile kirletip yıkım tanrısı gibi gözlerinin içine baktığından beri görmemişti. onun her zaman koca abi horibe tarafından götürüldüğünü bilirdi. onların gözünde hua'ya bakabilmek bile bir lütuftu. elit müşterileri ve efendi chouko ile kenichi horibe dışında kimse onula göz teması bile kuramazdı. gök bilimcilerinin dediğine göre hua nazarlanabilirdi . angel ne iblis olma saçmalığını ne de koca abi horibe'nin ona neden fuhuş evinin en önemli görevini verdiğini anlamamıştı.

hua, angel'ın dinlediği bir peri masalı gibiydi. reddedemezdi, onu görebileceği için heyecanlanmıştı . o odada, hua'nın mavi dedikleri gözleri kendi gözlerine değdiğinde öyle bir şey görmüştü ki, aklını kaçırdığını hissetmişti. ne olduğunun adını bilemiyordu. ama ona bakmak...güzeldi.

daldığı bostanlığa gölge indiğini fark ettiğinde çabucak başını kaldırdı. birbirinin üzerine kapanmış gri bulutlar güneşin çitlerin arkasına inmesine izin vermedi. sağanak başladı. angel toparlanarak haorisini düzeltti.

terliklerinin altına çoraplarını sıkıştırdı. göğsünü kapatarak kuşağını sıkıca bağladı. damlaların indiği gözlerinin altında kirpiklerinin birbirine bağlanmış gibi bir görüntüsü vardı. elinde bambu saplı bir kubbe ile, hua'nın hanesine doğru koşturdu.

dik bedeni güneşliğin altındaydı. üzerinde daha biraz önce ütü basılmış gibi gözüken mavi bir haori vardı. uzamıştı. kahkülleri burnunun tepesine inmişti. kulağını pürüzsüz ensesi ile birleştiren teni tertemizdi. gözleri bebek gibi bakıyordu .

angel onun ilk gelişinde gördüğü kişi olduğu konusunda tereddütte kalmıştı. güneşliğin altında dikilen bedenine bakarken herkesin ne hakkında konuştuğunu anladı. ufak, toparlak ve buruşuk bir bebeğin sahip olduğu kadar pembe suratının kontrolünün dışında alabileceği her ifade güneşliğin altında dikilen çocuğun karşısında sergilendi.

hua'nın, vaazlarda adının bir günah çağrısı olarak geçmesi gereken fuhuş evinin bile kirletemediği bir güzelliği vardı.

tanrı insanı gerçekten de ucuz kumdan alaşımladı ise, hua bir insan değildi. hua tanrı'ydı. günahkâr, fakir, cehennemde erkeklik organı bir neşterle kesilip atılacak aciz bir kula göre çok tapılasıydı.

angel gergin kolunu uzatarak hua'nın başını kırmızı kubbenin altına aldı. asla konuşmadılar.

hua sakince kubbenin altında eşlik ederken sadece terliklerinin çıkardığı şapırtılar vardı. angel'ın ritimsiz adımları ile karşılaştırıldığında sanki bu bile ona öğretilmişti. kusursuzdu. uzaması bile orantılıydı, düzgün omurgasının şeklini bozmamıştı. o tanrı'nın, adem'in, bereketli doğu akdeniz'in oğlu'ydu sanki.

hua'nın gireceği sürgülü kapının önüne geldiler. hua tereddüt edecek gibi durdu. angel bambu sapı indirirken beklenti içinde ona baksa bile, hua tek kelime etmeden içeri girdi. angel gözlerini turuncu mum ışığının gölgelendirdiği camlara çevirdi. çocuğu takip etti. ergin bir kadın tarafından eşlik edilip merdivenlerden çıkartılışını izledi.

damlalar şiddetle kubbenin üstüne inerken angel camların arkasında, onu merak ederek bekledi.


<3

ilk bölüm şerefine-

ne zaman bölüm atıcam bilemiyorum derslerim çok yoğun ama çaresine bakıcam söz

görüşürüz

aki'nin angel'ıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin