"hua ile bir probleminiz mi oldu?" angel, koca abi horibe'nin başucu mumlarından birini söndürecekken duraksamıştı. "efendim horibe abi?" soru dudaklarından kendisine zaman kazanmak istiyor gibi çıksa da tamamen, doğru işitmediğinden şüphelendiği için sormuştu. kenichi horibe döşeğin üzerinde dikleşti.
horibe memnun olmamışsa, hua olmamıştır demekti. ve horibe memnun olmadığında, efendi de memnun olmazdı. artık abi dediği kadar onun ile yakınlaşmasına izin vermiş bu adam, hayır bunu söyleyip söylememe özgürlüğünü bile elinden almış, bencilce ve güçle istismar etmiş bu adam düşüncelerini doğruladı.
"hua, efendi chouko'nun huzuruna çinli köleyi göndermiş. ona eşlik etmenden hoşlanmadığından bahsediyor." shu mian'ın adını ezberlememişti. kendi ülkesinden koparıp, ismini değiştirip, işkence ettikleri kadının bile adını öğrenmek için çaba sarf etmemişlerdi. acaba angel'ın adını biliyor muydu, büyük ihtimal bir fikri bile yoktu.
" oh ," başı soluna doğru büküldü.
"biz..'' duraksadı. ''hiç konuşmadık." koca abi horibe iç geçirdi. onu rahatsız eden konuşmamaları olamazdı değil mi? ama hua'nın daha fazla konuşsunlar istediğini hiç sanmazdı. çünkü angel ağzını her açtığında ona mavi gözlerinin altından kıvılcımlar gönderen bir bakışla bakardı. bir iyi akşamlarını bile katlanılmaz bulurdu.
"pekala, endişelenme." dedi horibe derin bir nefes alırken. angel'ı teselli etmekten çok, kendisi sakinleştiği için konuşmuştu. hua ile ikisinin bir tartışma içinde olmadıkları için sekiz domuz satmış kadar rahatlamıştı. "hua'nın genel huzursuzluğu anlaşılan, işine devam edeceksin.'' kalçasının ipek örtünün üstünde olan rahatlığını tekrar bulmuş, elini ateş böceklerinden birine savurduğu gibi savurmuştu. ''sadece gözüne çok batma, dikkat et.'' ve angel'ı kovarak derin, sorunsuz bir uyku uyumuştu.
hanenin birkaç haftası kadınlar bu dedikodu ile çalkalamıştı etrafı. hiç onunla konuşmadığı, onu hiç rahatsız etmediği, sadece kasırgalı bahar gecelerinde buluştukları halde, onu rahatsız etmemek için bambu kubbenin bile altına girmediği, iç cübbesine kadar sırılsıklam olduğu halde hua onu kesin bir şekilde reddetmişti.
onu dönemlerdir görmediği oldu, sadece çok özelgörüşmelerinde angel ona eşlik etmişti, gözünden istediği gibi defolmuştu ama hua'da angel'a karşı değişen hiçbir şey olmamıştı. angel da ise hua'ya karşı değişen çok şey vardı.
hua saçlarını sadece dönüşlerde açardı. angel ona eşlik ettiği her gün, her gün onunla hiç konuşmadan saçlarının ne kadar uzadıklarına baktı. on beşine girdi, on altı oldu. onun saçları ile evrildi. hua'nın varlığı ona öz veren bir sihirmiş gibi onunla serpildi.
dışarıdaki insanlar, hua'nın bir soylu olduğunu düşünüyordu. bu yüzden görüşmelerine gitmesi için ve gelmesi için hazırlanmadan önce gözlerini kapatırlardı. para dışında göstermezlerdi onu kimseye. dışarının onu bilmemesi gerekiyordu. angel şanslı bir hiç kimseydi. shibuyada ışıklar bile onun için açılıyor, onun için kapanıyor gibiydi. geçtiği yollar ona minnet ediyordu. o çok özeldi, ama bir taraftan da özel hissettirilmeyecek kadar kirliydi. ''onlar birer illüzyon, tanrı kılığına girmiş şeytanlar!!!'' demişti rahip. belki de hua, angel'ın zihnine oynanan zalimce bir oyundu.
angel, elinde hua'nın gözlerini bağlamak için kullandıkları lacivert kuşağı sımsıkı tutarken bu kuşağın onun teninde gezmiş olduğunun kendisine neler hissettirdiklerinin farkında, avucu sımsıcak özel görüşmesinden dönmesini bekliyordu. midesi, kötü bir hisle olmayacak şekilde bulanıyordu. onu getirirken de, götürmek için beklerkenki süreçte de, bu his hiç eksilmemişti. on altısını doldurduktan sonra tam bir buçuk dönemin ardından ilk kez ona tekrar eşlik edebilmişti bugün. her görüşmesi sonrası kendisine özel büzdüğü suratı ve kıstığı gözleri ile geri dönmesini beklemek hiç bu kadar uzun sürmemişti.
''bu o mu?'' biçimli tırnaklı bir kadın, saklandığı uzun, karanlık bir kolonun arkasından ağırca çıktı. köşeleri kıvrık şapkası gözlerine geniş bir gölge indirmişti. angel'a doğru adımladı, karşısında durdu. ''kim mi?'' angel, nezaket için geç kaldığını hissetse de sormuştu.
''söyledikleri kadar güzelmişsin, hua. '' angel'ın gözleri kenarlarından şaşkınlıkla açılmıştı. ''şşt..'' biçimli tırnaklar, bebeğini sakinleştiren bir kadın gibi, ama angel'ın ürkütücü bulduğu bir cilve ile dudaklarına ulaştı. kadın gözlerini gözlerinden çekmeden cüzdanından bir anda çıkardığı para tomarını angel'ın iç cübbesine sıkıştırarak dudaklarına baktı. neden, neden hua olduğumu düşünüyor? elinin altında kalan onigiri kesesi sorusunu cevaplamak ister gibi hışırdadı. efendi chouko'nun tatlı vakit hanesi. kendisini ifşa eden karton, güçsüzce parmaklarının arasından düştü. lacivert bandana ise sıkıca avucundaydı.
''senden bir öpücük almazsam, seni efendine şikayet etmek zorunda kalabilirim.'' tırnaklar angel'ın teninin gölgede kalan kısmına, çenesinin altına indi.
madam aoi'nin çay evinin önündelerdi. kadın her an içeri, eve girebilir üstünde efendi chouko'nun isminin olduğu kartonu alıp, shibuya'nın en kalabalık dükkanına onları ifşa edebilirdi.
bu kadın onun hua olduğunu düşünmüştü. angel'a göre, yerine bile geçemezdi ama kadın onu hua zannediyordu işte. hua hakkında kötü bir söyleme izin veremezdi. bu kendisi için korktuğundan değildi, hua için duyduğu karmaşık hisler içindi.
onun hakkında kötü konuşan bir ağız daha istemiyordu.
''lütfen hakkımda dedikodular çıkarmayın." hua gibi davranmaktan başka seçeneği kalmamıştı. elleri terden nemlenmiş, vücudunun tamamına sanki bir kramp girmişti. "gözlerinizi kapatın lütfen, sizi öpeceğim.'' umutsuzluk içinde mırıldandı. aklından geçirdiği son şey, bundan hastalık kapacağım oldu.
fakat öpücük ondan çalındı. hua dudaklarını tecrübe ile gözleri kapalı kadının dudaklarında gezdirdi. karanlıkta kalan çehresinde bile, angel onun küçük dilinin nasıl senfonik bir şekilde hareket ettiğini görebildi. güzel dudakları kibar bir bitirişle geri çekildi. angel hasır şapkanın altına saklanan mavi bakışlar ile bir anlığına göz göze gelmişti. "ımmm sake tadı~"
kadın mırıldanırken, hafifçe dizlerinin üzerine düştü. hua'nın dili ağzından çekildi ve arkalarında kaldı. angel, hua'nın dudaklarının tadını öğrendi, bir başka kadından. ''harika, tanrım, o gerçek bir tanrı~''
angel iç cebinde duran tomar ile napacağını bilemez şekilde, çoktan uzaklaşmış hua'nın peşine takıldı.
kadının onları takip edeceği yoktu. hua para için ''at gitsin.'' dedi. angel dediğini ikiletmedi. bir evin küçük bir kız çocuğunun botları içine tomarı sakladı.
"özür dilerim hu- efendim." saçları salıktı, gözlerini onlar hâlâ hareket ediyorken sarı ışıkları ve etrafı görebileceği bandana ile bağlamıştı. "ve teşekkür ederim." tamamen düşük bir tınıda mırıldandıktan sonra omzunun köşesine geçti. hua ise ona sadece bir kez bakıp başını çevirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
aki'nin angel'ı
Fanficaki'nin, vaazlarda adının bir günah çağrısı olarak geçmesi gereken fuhuş evinin bile kirletemediği baştan çıkartıcı bir güzelliği vardı.