ep5

539 74 37
                                    

bakın arkadaşlarrr yarın ingilizce ve mat sınavım var bana şans dileyin lütfenn

bide bide bideee

lütfen oy verip yorum yapar mısınız sizinle konuşmak iyi geliyor bana

iyi okumalar

💛🌻

havalar gittikçe soğuduğu için bahçede, çimlerin üzerinde oturamamak canımı sıksada, hobi odasında az uz insanın olduğu ılık ortam içimi ısıtmıştı. hemen yanımda birbirleriyle bir konu hakkında tartışan yeonjun ve soobin'in konuştuğu konuya dair hiçbir fikrim yoktu. saat 1 olmuştu bile. ama aradığım alfa yoktu. "neredesin be portakal alfam?"

kapı açılıp burnuma portakal kokusu dolduğunda hevesle kapıya döndüm. gelmişti, gelmişti ama ne gelmekti. üstünde siyah bir trençkot, aynı renk bir pantolon ve haki rengi boğazlı bir kazak vardı. ellerinde tuttuğu mor renkli, ismini hatırlayamadığım ya da bilmediğim çiçekler yüreğimi hoplatmıştı.

yanımıza yaklaştıkça yüzümdeki gülümsemenin büyüdüğünü hissediyordum.

"ben geldim." dedi karşımda dikilip. onu görmek için başımı havaya kaldırmam gerekiyordu. gözleri ara sıra kırmızıya dönüyordu. "senin için." çiçekleri bana uzatırken odadaki bakışlar bizim üstümüzdeydi.

çiçekleri burnuma yaslayıp derin bir nefes aldım. "teşekkür ederim."

gülümseyip soobin'in yanına oturdu. ama bakışları bendeydi. "çok güzel görünüyorsun."

yanaklarım kızarıyordu. hatta kulaklarım da. "her zaman giydiğim şeyler işte." değildi. bugün birazcık daha özenmiştim. üstümdeki kazak hatlarımı belli ediyordu, pantolonum onun rengine uyumluydu, saçlarım lüle lüleydi. hatta biraz makyaj yapıp takı da takmıştım.

"her zaman güzelsin." söylediklerini öylece bir şey gibi söylüyordu fakat bana olan etkisinin farkında değildi.

"teşekkür ederim. sende çok yakışıklı görünüyorsun." dedim bakışlarımı ondan başka her yerde tutmaya çalışırken. başını eğip kıkırdamasının ardından bana göz kırpmıştı.

"ailenle konuştun mu beomgyu?" diye sordu yeonjun.

"daha konuşamadım. bu akşam konuşmayı düşünüyordum."

"bence de konuşmalısın. hatta taehyun sende haber vermelisin." taehyun omuz silkti.

"hayatımdaki değerli şeyleri bilmelerine gerek yok." değerli mi? hayatındaki değerli şey miydim ki ben?

"kızgınlığın yaklaşıyor. biran önce çiçeklenin." dedi yeonjun sırıtarak. niye kızgınlık konusunu açmıştı ki?! dirseğimle karnına bir tane geçirdiğimde susmuştu şükürler olsun.

bakışlarım tekrar taehyun'u buldu. "aileme söyleyip sana haber vereceğim."

"sen nasıl istersen güzelim?" güzelim mi demişti o? tanrım, sanırım ölüyorum.

[>]

bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyordu. ve ben bu havada nasıl eve yüreyeceğimi bilmiyordum. saat çoktan 5 olmuştu. "ne yapacağım ben şimdi?" 

"çiçek?" arkamdan duyduğum sesle döndüğümde gördüğüm oğlan beni gülümsetmişti.

"sen gitmedin mi?"

"tam gidiyordum ki ne yapacağını düşünen minik bir omega gördüm. ve yanına geldim." dedi taehyun. tamamen yanımda durup üstten bana bakmaya başladı. "beraber gitmeye ne dersin? arabam var. seni götürebilirim."

ilk ona sonra havaya baktım. bir taşla iki kuş diye geçirdim. hem ıslanmayacaktım hem de taehyun'la yolculuk yapacaktım. kafamı salladım. 

"hadi gidelim." dedi elini uzatıp. sonra hatırlamış gibi geri çekti elini. "kusura bakma."

o önde ben arkasında arabasına vardığımızda ikimizde binmiştik. o arabayı çalıştırırken bende güzel yüzünü izliyordum. "istersen radyoyu açabilirsin." radyoya telefonumu bağlayıp hoş bir müzik açtım.

"nasıldı günün?" diye sordu direksiyonu sağa kırarken. gözleri yolda olmasına rağmen benimle de ilgilenebilmesi beni mutlu etmişti.

"güzeldi. bu havaları seviyorum. hem ders 3 saat olmasına rağmen sevdiğim bir ders olduğu için sıkıcı geçmedi. biraz uyumamın da etkisi olabilir buna. sizle güzel vakit geçirdim. işimde sıkıntı çıkmadı. sana bundan bahsetmedim sanırım. bak şimdi, ben lisedeyken kısa kısa metinler yazardım. onları da saklamıştım. duruyordu işte bir köşede. geçen onları buldum ve okudum. o kadar hoşuma gitti ki. biraz fazla depresif ama güzel işte. o yaştaki birine göre çok güzel yazılmış. neyse, bende bunları edebiyat bölümüne götürdüm. bölüm başkanından o ay ki okul dergisine bu metinlerimin de olmasını istediğimi söyledim. kabul etsin diye karşısında ezilip büzüldüm resmen. gördüğüm en korkutucu betaydı. ama kabul etti neyse ki. o yüzden öbür ayın dergisinde liseli beomgyu'nun yazıları da olacak. ay taehyun! ben yine çok konuştum."

taehyun koca bir kahkaha patlatırken ben hala niye bu kadar konuşkan olduğumu sorguluyordum. "çok konuşmadın." dedi gülüşünü zar zor durdurup.

"yalan söyleme. çok konuştum."

"tamam, konuştun. ama bu benim hoşuma gidiyor." dedi taehyun. arabayı durdurunca geldiğimizi fark etmiştim. "beomgyu, çok sevimlisin."

başımı öne eğip kıkırdadım. bana iltifat etmesini seviyordum.

"lütfen bir an önce ailenle konuş. parmak uçlarım sızlıyor. teninin ne kadar yumuşak olduğunu merak ediyorum. feromonlarını yakından solumak istiyorum. lütfen beomgyu. bir an önce birbirimizi çiçekleyelim."

[>]

"sizinle bir şey konuşmalıyım." dedim. annem ve kız kardeşim sorgular gibi suratıma bakıyorlardı. "birazcık önemli bir mesele."

annem kahvesinden bir yudum aldı. "konuşalım bakalım beomgyu bey."

konuşmaya nasıl gireceğimi bilemiyordum. "şey, anne. geçenlerde yeonjun ile bahçed-"

"ah, ah.. yeonjun oppa." kız kardeşim yeonjun'a biraz hayrandı.

"jiwoo! abini dinle."

"neyse, bahçedeydik işte. oturuyorduk. sonra yeonjun birini beğenmiş, onu bana gösterdi." dedim. lafım yine jiwoo tarafından bölündü.
"ona aşık oldum de de bayılayım şuraya."

ona göz devirip anlatmaya devam ettim. "neyse o çocuğa bakarken birisi geldi yanına. sonra ben o çocuğa baktım, o da bana baktı. göz göze geldik yani. sonra bir bakmışım onun gözleri kırmızı benimkiler mavi olmuş. kurdum deliriyor."

annem tek kaşını kaldırdı. jiwoo'nun ağzı ise beş karış açık kalmıştı. "yani ruh eşi çıktınız?"

kafamı salladım. "ve konuşuyoruz da. yani flört gibi." gözlerimi kıstım biraz.

"çiçekleriniz nerede?" diye sordu annem. "görmedim hiç."

"çiçeklenmedik daha. ilk birbirimizi tanımayı istedik ve sonra da seninle konuşmayı istedim." dedim. önümdeki kurabiyelerden birini ağzıma tıktım.

annem yerinden kalkıp yanıma oturdu. "bak güzelim. ben senin annenim ve bu yüzden de hakkında çok fazla endişeleniyorum. ya ruh eşin kötü biriyse diye içim içimi kemiriyor."

"değil, sana yemin ederim. kucağımda gördüğün çiçekleri o aldı bana hem. ve bana çok güzel davranıyor. çok özel hissettiriyor." dedim. anneme yalvaran gözlerle bakıyordum. "ben büyüdüm anne. anlayabiliyorum iyiyi ve kötüyü. ben sadece sana böyle bir şey olduğunu söylemek istedim. biz illaki çiçekleneceğiz, eş olacağız. vakti gelecek mühürleneceğiz ve evleneceğiz."

annem dolu gözleriyle bana bakıp sarıldı. "bir gün bizimle de tanıştır."

"çok seveceksiniz."

jiwoo'nun yüksek sesli esnemesi ortamı dağıtırken ikimizde ona döndük. "dramınız bitti mi şekerpareler. eğer bittiyse bi sorum var da."

"bitti. sor sorunu."

"enişte bey zengin mi?"

yellow freesia [taegyu]✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin