Aşk... Çok basit bir kelime ama nar gibi aslında. Dışarıdan bakınca sadece bir kelime ama içi binbir parça, kırmızı, acı dolu... Aşk güzel bir şey değildir. Aşk bencildir. Aşk acıdır, tek bir ilacı olan, bu ilaç bilinen ama asla kesin tedavisi olmayan berbat bir illettir. Aşk onsuz, güneşin altında boynuna kadar toprağa gömülü kalmak gibidir. Ellerin, kolların ve bacakların kilolaca toprağın altında işlevsiz bir et parçası oluverir. Çaresiz, kapana sıkışmış hissi verir. Her saniyesinde ya onu istersin ya da ölmek. Ama onunla, eşsiz bir sahilde sıcak melteme karşı gün batımıdır. Deniz havasını içine aldıkça tazelenmektir tıpkı onun kokusu gibi. Sıcak güneş iliklerine kadar tatlı tatlı işler gibidir.
Ama birden o güneş batar yine tek başına soğuk siyahtan da koyu karanlık bir zindana hapsedilmiş gibi hissedersin. Bulutların ardındaki yeni ayın ışığı bile sana en paha biçilmez mutluluğu yaşatacak gibi hissedersin. Sonra anlarsın o isteğin bile bir yansımadır. Sadece güneşin soğuk bir toprak kütlesinden yansımasıdır. O eziklik seni daha da bitirince kurumuş gururunun tahta kurusu tarafından kemirildigini, yavaş yavaş bittiğini hissedersin. Başka bir ışık bulamamanın çaresizliği seni o zindandaki sonu olmayan kuyuya iter. Can cekişirsin.
Ve o tekrar gelir yıllarca temiz su içmemiş gibi o berrak suyu kana kana içmek istersin. Ama yalnızca o izin verdiği kadar içebilirsin. Izin verdiği kadar sadece...Aslında o bile o kadar yeter sanki, yıllarca sağır kalmış da cızırtılı bir radyodan en sevdiğin şarkıyı dinliyormuş gibi mutlu olursun. Bulutların üstünde uçarsın. Sonra yine gider sen en mutlu yerindeyken ama yine geleceğini bildiğin en azından umut ettiğin için o bir kaç yudum suyun ışıltılı yansıması o siyaktan da koyu karanlık zindanını aydinlatıverir, sadece kendi ellerini görebileceğin kadar.
Giderek izini kaybedersin ışıltılı suyun. Tam yeniden karanlık oldu derken bu sefer güneş olarak çıkıverir karşına. Gözlerini kamaştırır, bu ışığa alıştırır ve ısıtır seni. Günlerce uyumadiktan sonra karşına çıkan yatağın sıcaklığı gibi, huzur doldurur gibi ısıtır seni. Tarif edemeyeceğin mutluluğu işte o an yaşarsın. Dünya dursun istersin. Dursun ki dünya dönmesin güneşe olan yüzünü. Tabi ki gücün yetmez buna. Evet dünya döner ve yine, yeniden karanlık.
Böyle kocaman bir kısır döngüdür işte aşk. O geri gelmeyeceğim diyinceye kadar sürecek çaresiz bir döngü. "Geri gelmeyeceğim. " önce inanmazsın bu cümleye son umut damlalarıyla beklersin. Ben durduramadım dünyayı o nasıl durdurur. Beni karanlıkta nasıl bırakır gibi cevabı "imkansız" olan sorularla kandırırsın kendini. Ama durdurur o dünyayı hem de sen en karanlıktayken.
O dönmeyince bir kuyuda bulursun kendini. Çıkışını görürsün o ama ne tırmanacak güç vardır kollarında, ne o ışığın kurtuluş olduğuna dair bir inanç içinde, ne de o kuyuda kalmaya dayanabilecek bir psikoloji. Ama çaresiz güçlenene kadar kalırsın o rutubet kokan derince kuyuda.
Enerji bulursun içinde biyerlerde. Ama bilmezsinki nasıl tırmanılır o yosunlu duvarlar. Öğrenmek için harcarsın o ilk enerjiyi. Sonra yeniden bulursun ve yeniden denersin tekrar tekrar. Artık güçlendiğini hissedersin. Bir bakarsın dizlerin titremeden ayakta durabiliyorsun, omuzların dik. Işte o zaman o yosunlu duvarları hırsla tırmanırsın çıkarsın kuyudan.
Ya sonra ? Sonraki bölümde takipte kalın ;)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞK ÜZERİNE
RomanceDikkat derin dozda aşk içerir. Aşkı tanimlamaya çalışan bir acemi yazarın düşüncelerini taşır.