Değişmeyen şeyler

44 15 57
                                    

Her şeyin başlangıcı böyle mi olmalıydı?

Kaderin bizim elimizde mi, yoksa biz mi o kaderin avuçlarında kaybolmuştuk?

Sabahın 7:00'si. Amerika.

O alarmın sinsice yankılanmasıyla uykudan sıyrıldım. Yatağımdan kalktım, henüz yarı uykulu halde, ve yüzümü yıkamak için tuvalete gittim.

Güneş yavaşça doğuyordu ve kuşların uçuşuyla birlikte sabahın melodisi yükseliyordu. Kuşlar, penceremin etrafında dallara toplanmıştı, sanki duvarlarımı çevreleyen hayatın sessiz şahitleri gibiydiler.

Onlara her sabah yemek koymamın sebebi, ya yarıda bıraktığım ekmek parçalarıydı ya da asla bitiremediğim yemeklerim. Çoğu zaman, kendi isteksizliğim.

Fakat ne kuşların ne de gökyüzünün giderek maviye dönüşmesinin umurundaydım. Hep aynı sıkıcı manzarı görüyordum. Tıpkı yaşamım gibi.

Bugün okula dönüyordum ve tatilin sonu gelmişti.

Bunları düşünerek içeri adım attım.

Aynanın karşısında bir süre durdum, kendi yansımama bakarak.

Bu, artık günlük rutinimin bir parçasıydı.

Aynadaki kusurlarıma bakmak alışkanlık haline gelmişti. Kendimi sevemeyeceğimi biliyordum. Her yıl değişeceğimi söylesem de, her yeni yıl öncekinden daha beter hissettiriyordu.

7:10...

7:15...

7:20...

Bitkilerimi suladım. Onlara her ne kadar su versem de, her zaman soluyor gibiydiler.

Yeni bir sen için 20 kural:

Pencerene ve ders masana çiçekler koy.

Tuvaletten çıktıktan sonra okul kıyafetlerimi giyindim.

Sonra aşağı, ailemin yanına indim.

Bugün 11. sınıfa başlayacaktım ve hiç heyecanım yoktu.

Annem mutfağa çay koyuyor, babamsa peynirli tostunu yiyordu. Üçümüz evde yaşıyorduk, ama sessiz bir anımız bile yoktu.

"Çay neden bu kadar soğuk?" Babam, anneme yüksek sesle sordu.

"Sen geç kaldığın için." Annem kısa bir cevap verdi. Babamla konuşmaktan hep kaçınırdı. Gereksiz yere olay çıkarırdı, ben de ondan uzak dururdum. Zaten hayatımın zorluklarıyla baş etmeye çalışıyordum, başka bir sorun istemiyordum.

"O zaman bir zahmet yeni demlik koy." Emri vaki bir ifadeyle dedi.

Ben sessizce yanlarına gittim ve masaya oturdum. Çayı ben de koyabilirdim ama babam umurumda değildi, hiç olmadı ki.

"Günaydın, hanımefendi. Ruj mu sürdün?" Babam beni görür görmez sordu, gözleri anneme kaydı.

"Şey... Baba, kendim aldım. Annemin bunda suçu yok." Kendimi açıklamaya çalıştım. Benim yüzümden tartışma çıkmasını istemiyordum.

Keşke okula gider gitmez yapmış olsaydım.

"Hemen sil! Büyümek, kendini herkese göstermen anlamına gelmez. Bir daha görürsem, kendi ellerimle dudağını kırmızıya boyarım." Bağırarak dedi.

Gerek yok baba, zaten kendimi yeterince kırmızıya boyuyorum.

Bak, rengarenk kollarım var.

Ama sen asla görmeyeceksin, çünkü sen kolu kısa giymeme asla izin vermiyorsun.

Kafamı salladım. Konuşmayı denesem, ağlayacağımı biliyordum. Hızla lavaboya gittim ve rujumu silerken ağlamamaya çalıştım.

Berbat bir hayatım vardı. Berbat bir ailem, olmayan arkadaşlarım ve dış görünüşüm.

Bu yıl kendime koyduğum son şanstı. Eğer hayatım düzelmiyorsa, yaşamanın bir anlamı olmayacaktı benim için. Okulun en üst katında yerimi hazırlamıştım.

Gökyüzüne yakın, insanlardan uzak. İşte tam hayalimdeki gibi.

İkinci kural: Ağlama, güçlü ol veya en azından öyle görün!

İntihardan önceki 1 yılHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin