Çok acılar çekmişti gencecik yaşında.
Sevdiği iki insanı kaybetmişti, işkencelere uğramıştı. Sözlü ve sözsüz tacizlere uğramıştı fakat hala geleceği için çabalıyordu o genç yaşta ki kız.
Geriye sadece annesi ve babası kalmıştı. Annesiyle babası da kızlarının çektiği acıların katı katına maruz kalarak yaşamaya devam ediyorlardı. Kendilerinin geleceği kalmamıştı artık ama kızlarının geleceğini düşünüyor ve bunun için her şeyi yapıyorlardı.
July, Watson ailesinin ikinci çocuğuydu.
Temmuz ayının 23'ünde dünyaya gelen bu kızın ismi doğduğu ay sebebiyle July'di. On yedi yaşındaydı ve bu yaşına kadar asla hiçbir şeyden vazgeçmedi.
Sadece ailesini düşündü.
July ve ailesi küçük bir kasabada yaşıyordu. Kasaba eski zamanlarda, şu anda olduğundan daha kalabalık ve güzel bir kasabaydı. Herkes mutlu ve neşe doluydu. Bu kalabalığın azalmasının sebebi ölen insanlardı.
Kasabayı ayakları altına alan Malfoy'lar; kasabada emirlerini yerine getirmeyen insanlara işkence çektiriyor, kollarını kesiyor, bedenlerini canlı halde yakıyor, dövüyor ve sonra da öldürüyorlardı.
Kasabada yaşayan ve ölen insanların çoğu büyücüydü. Malfoy'lar, kasabayı ele geçirdikten sonra kasabalırın her birinin büyüleri ellerinden alındı. Yıllarca köle olarak çalıştırılmaya mahkûm edildiler.
Tam 28 yıldır.
July, bu kasabada verilen emirleri yerine getirmeye başladığında kasabadaki insanların çektiği azap ve işkenceleri gördü.
Çoğu insan ve buna kardeşi ile ablası da dahil olmak üzere gözleri önünde yakılarak öldürüldüğünde, işte o anlar da July'nin aklında tek bir şey vardı ve o da,
intikamdı.
ᯓᡣ𐭩
Gözlerimi açtığımda oda hala karanlıktı.
Üç seneden beri henüz güneş doğmadan gözlerimi açıyordum. İşlere daha erken başlamak, daha erken uyumama ve uyandığımdaysa uykumu almış olamamı sağlıyordu.
Bugün günlerden pazardı.
Pazar günlerinden yani kısacası hafta sonlarından nefret ediyordum, çünkü hafta sonları Malfoy'lar kasabaya geliyorlardı.
Her hafta sonları; ya bir kasaba işçisi ölüyordu ya da kasabada ki işçilere işkence için, gözleriyle elleri bağlanıp başka bir yere götürülüyorlardı.
Eğer işkencelere dayanabilecek kadar güçlüyseler, yaralı bir halde kasabaya geri gönderiliyorlardı.
Yatağımdan esneyerek kalkıp odamın penceresini açtım. Şiddetle gelen rüzgar tenime sertçe çarparak odanın duvarlarına doğru ilerledi. Başımı pencerenin dışına uzatıp gökyüzüne doğru gözlerimi kaldırdım.
Hava parçalı bulutlu ve rüzgarlıydı. Bugün yağmur yağacaktı belli ki.
Tekrar içeriye girip pencereyi rüzgara karşı zorlukla kapattım. Arkamı dönerek akılıkta asılı duran, annemin geçen ay bana iş için diktiği temiz kıyafetleri alarak üzerime geçirdim.
Sehpanın üzerinden tarağımı aldım, aynanın karşısında belime kadar uzanan saçlarımı taramaya başladım. Saçlarımı yıllardır kesmediğim için uzunlardı.
Saçlarımı seviyordum her ne kadar bana zorluk çıkarsalar da.
Hem saçlar anıları saklarmış. Pek iyi anım yok ama yine de saklıyorum anılarımı saçlarımda.
Mutfağa vardığımda annem, Narcissa; çoktan kahvaltıyı hazırlamış ve dün topladığı bitkilerden çay yapmıştı. Burnuma gelen kiraz kokusundan çay olduğunu anlamıştım.
Mutfağın kapısında çayın sıcak ve taze kokusunu iyice içime çekerken annemin bana seslenmesi dikkatimi dağıttı.
"Günaydın güzel kızım, uyanmışsın. Bende seni uyandırmaya gelecektim."
Annemin gözlerinde ki yorgunluğu fark ederek burukça gülümsedim ve masanın kenarına bir sandalye çekerek yavaşça oturdum.
"Günaydın anneciğim."
Masaya döndüm ve annemin hazırladığı yiyeceklere göz gezdirdim. Dudaklarım istemsizce kenarlara kıvrıldı. Ne kadar zor şartlar altında yaşam mücadelesi veriyor olsak bile, annem ben ve babam için her şeyi yapıyordu.
Gözlerim dolmuş halde düşüncelerimden sıyrılırken, annem fincanlara çay dolduruyordu.
"Kuzum, istersen bugün senin işini ben devralayım. Yağmur yağacak sen üşütme."
Annemin her sabah kahvaltısında söylediği bu cümleleri görmezden geldim yine her sabah kahvaltısında olduğu gibi.
Kiraz çayıyla dolmuş fincanı önüme alarak yavaşça bir yudum aldım. Bu sırada annem benden gelecek cevabı bekliyordu. Sanki söylediğini onaylayacakmışım gibi.
"Hayır, anne. Her sabah kahvaltısında bunu söylemek zorunda değilsin." Annem bu sırada masanın kenarına sandalye çekerek oturmuş, beni dinliyordu. "Ben geleceğimizi düşünerek çalışıyorum. Kendi işimi sana ya da başkalarına devrederek ailemizin geleceğini tehlikeye atamam."
Derin ve buruk bir nefes veren annem önünde yer alan tavuk tabağından bir parça aldı. Bana bakarak gülümsedi.
"Seni seviyorum güzel kızım."
Bunu zaten biliyordum. Babam ve annem, ablam ve kardeşim öldürüldükten sonra kendilerinden de bir can gitmişti - tabi benden de öyle - her ne kadar üzülseler bile yaşayan tek çocukları bendim. Sevecekleri tek çocukları bendim yaşayan. Bu yüzden beni kaybetmek istemiyorlardı.
Ben de onları asla kaybetmek istemiyordum.
ᯓᡣ𐭩
Selamlar aşklarım.
Bu kurguyu daha önce okuyan
okurlarım bilir ki, bu bölüm daha uzundu
ve böyle değildi.Fakat ben bu kitabı birkaç ay önce
yayından kaldırmıştım, çünkü bölümler içime
sinmemişti. Olaylarsa hızlı gelişmişti. Bu sebeple bölümleri tekrardan
düzenliyorum.Daha güzel bir hikaye olacak,
sizlere çok çok söz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kasaba Kızı | Draco Malfoy
FanfictionJuly Watson, Malfoyların ayakları altına aldığı küçük bir kasabada yaşayan bir kızdır ve yıllardır Hogwarts Mektubu'nu bekler. Bu mektup hiç beklemediği bir kişiden kendisine gönderilir. Watson'ı artık tamamen farklı bir gelecek bekler. Hikaye tamam...