Uğursuz bir şimşek çaktı. Altın sarısı rengi kara bulutları delip geçerek soluk yeryüzünü kısacık bir an için aydınlattı.
Minho içinden saydı ve tam on ikinci saniyede büyük bir gök gürültüsü duyuldu. Tüm dikkatini havaya yoğunlaştırdığından olsa gerek, kafenin uğultusuna rağmen kulaklarına ulaşan gürültü çok netti. Gökyüzü parçalanıyormuş gibiydi. Yağmur durmaksızın yağıyor, şimşekler çakıyor, peşinden de çok gecikmeden gök gürülüyordu.
Çalkantılı havanın aksine Minho ise aşırı derecede sakindi. Dumanı tüten sıcacık bitki çayını yudumlarken tamamen iç huzura kavuşmuş gibi hissediyordu. Kafenin camından dış dünyayı seyrediyordu, şimşek çaktığında ışık gözlerine yansıyor ve bu da onu, o an oradaki, yağmuru parıldayan gözlerle izleyen kişi konumuna getiriyordu.
Sakinliğinin karşısındakini delirttiğinin farkında olarak, dudaklarını çok kısa bir an pis bir sırıtma için kaldırdı.
Kuduruyorsun, değil mi, puşt?
Beter ol.
Düşüncelerini kelimeleri kullanarak ifade eden biri değildi. Fikirlerini kendine saklamayı, gerektiği yerde ise hareketleriyle belirtmeyi tercih ederdi. Fakat şu an düşüncelerini belirtmesi gerekmiyordu. Tek yapması gereken, orada o şekilde oturup her ne yapıyorsa sürdürmek ve karşısındaki şahsın gittikçe daha da alevlenmesini keyifle izlemekti.
Çok sevgili Christopher Bang Chan kişisi, bulunduğu mekan veya duruma katlanamadığını ya da katlanmakta zorlandığını belli etmek ister gibi derin- çok derin bir nefes aldı ve onu burnundan soluyarak verdi, "Daha neyi bekliyorsun anasını satayım?"
Minho, onun zoraki tebessümünün uzun zaman önce kayıplara karıştığı yüzüne ilgiyle baktı. Kesinlikle kuduruyordu. Bunu sıktığını gizleme gereği dahi görmediği dişlerinden anlamak mümkündü. Sabır sınırının sonlarına gelindiği barizdi. Elinden gelse Minho'nun sırıtan suratına şöyle sağlamından bir yumruk geçirecekmiş gibi görünüyordu.
Sözleriyle bir anlığına Chan'a dönen Minho, sinirli çıkan sesini bir taraflarına takmadı. Gevşekçe içtiği bitki çayının bitmesi yüzünden bir miktar üzüldü, bu sırada boş kupayı ileri iteledi, "Tren." dedi, Chan'ın daha da çok sinirini bozacağına emin olduğu bir tavırla, "Tren bekliyorum."
Chan'ın sağ gözü seğirdi, "Uzatma amına koyayım. İşim var, gücüm var benim, senin gibi boş gezenin boş kalfası değilim. He diyeceksen de, demeyeceksen de zamanımı çalma, başkasını bulayım."
"Bok bulursun." Minho sakin olmaya çalışsa da karşısında Chan varken bu pek mümkün değildi, dolayısıyla ani çıkışını bir türlü durduramadı. Ancak sonrasında, neyse ki kendini dizginleyebildi. Chan'ın yalnızca bir iki yudum içip soğumaya bıraktığı kahvesini atik bir hareketle kendi önüne çekti, onun gözlerinin içine en kışkırtıcı ifadesiyle bakarak kocaman bir yudum içti, "Eğer başkasını bulma imkanın olsaydı ilk olarak bana gelmezdin, orospu çocuğu, orada bir anlaşalım." dedi.
Chan reddetmedi, çünkü gerçek buydu ve her ikisi de bunu gayet iyi biliyordu.
"Madem ayağıma kadar gelip bana yalvarıyorsun, tabi ki böyle bir durumda seni geri çevirmem. Ama," derken kedi gözlerini kısıp daha da büyük sırıttı Minho, "oyun oynayacaksak kuralları ben belirlerim."
"Yok ya, anan güzel herhalde?" Chan elbette böylesi bir şeyi ilk seferde kabul etmedi. Buruşturduğu erkeksi suratına bakan biri dünyanın en absürt şeyini duyduğunu düşünebilirdi. Mimikleri her zamanki gibi abartıydı, "Olmaz öyle şey." derken, son sözü ben söylerim, havalarındaydı.
Minho onu çabuk söndürdü, omuzlarını silkip kalkıyormuş gibi yaptı, "Kendin bilirsin. Yardıma muhtaç olan ve itiraz seçeneği olmayan sensin. Ama eğer bu küçük istek bile sana fazla geliyorsa... Ne diyeyim, yolun açık olsun."
Yan sandalyeye bıraktığı sırt çantasına uzanırken Chan'ın hareketlerini de gözlemeyi ihmal etmiyordu.
Saf Chan, zeka testinden yüksek puan almış olsa da, iş, insanlara geldiğinde hemencecik çuvallıyordu. Minho'nun kötü oyunculuğuna yeni bir deneme yaptığını fark edemeyerek panikledi. Gerçekten gideceğini sandığı Minho'nun kolunu yakalayıp kendine çevirdi, "Tamam! Tamam, dur, gitme hemen."
Minho, hiç de tarzı olmayan bir şekilde çok itaatkar davranıp durdu çünkü oyununun bu bölümü buraya kadardı. Bayık gözleriyle uzun saçlarını karıştıran Chan'ı izlerken içinden kahkaha atıyordu, tabi ki, her zamanki gibi kazanan kendisiydi.
"Bence," diyen Chan'ın ağzından kelimeler zorlukla çıkıyordu. Tükürdüğünü yalamaya çok alışkın olmadığından olsa gerek boğulmak üzere gibi bir hali vardı, "bence anlaşabiliriz. Demek istediğim... ortak bir yol bulabi-"
Minho kolunu çekti, "Ortak bir yol yok. Kuralları ben koyarım, dedim. Kabul ediyorsan tamam ama etmiyorsan etmiyorum de, zamanımı çalma."
Ağzı açık Chan'a herhangi bir cevap hakkı vermeden kafeyi hızla terk eden Minho'nun keyfi yerindeydi. Christopher Bang Chan tükürdüğünü yalamaya alışkın olmayabilirdi ama kesinlikle yapacaktı. Minho'nun da söylediği gibi, başka seçeneği yoktu. Er ya da geç yeniden, tıpış tıpış Minho'nun ayağına kadar gelecekti.
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.