pamuk şekerlerine sarılmış çocuğa.

80 13 0
                                    


"merhaba." dedi minik oğlan. çamurlu ellerini üzerindeki kahverengi ceketine sürdü ve tokalaşmak için elini uzattı lakin havada kalan elini, bir süre sonra indirmek zorunda kaldı.

"..."

"nasılsınız?"

"..."

"ah, yanlış anlamayın lütfen. burada canım sıkıldı ve sizinle konuşmak istedim. biraz da kötü gözüküyorsunuz, bu yüzden nasıl olduğunuzu sormaya geldim."

yine cevap alamayınca koskoca bir gülümsemeyle devam etti,
"susamış görünüyorsunuz, su ister misiniz?"

"ah, ayrıca bu karanfilleri size getirdim bayım. bu çiçeklerin koparılması, canlarının ellerinden vahşice alınması beni ne kadar üzse de, sanırım solmuş ve ölü çiçekler sizi mutlu ve tatmin eder. yanılıyor muyum?"

"..."

biraz kıkırdadı ve gülümsemekten kısılan gözlerini açmaya çalıştı.

"ben park jimin. buranın giriş kapısındaki çiçekçinin oğluyum. ve şu an bana kaşlarınızı çattığınızı hissediyorum. merak etmeyin, sizinle alay etmiyorum, yalnızca biraz şakacı bir çocuğum."

"..."

esen ılık rüzgâr, çocuğun alnına düşen perçemlerini öper ve okşarcasına geçti gitti.
"hmm, sanırım bu beni sevdiğiniz anlamına geliyor bayım? hep yanınıza gelmemi ister misiniz? çok güzel ve bağlı bir dostluk kurabiliriz! annem burada çalıştığından ve ben biraz garip bir çocuk olduğumdan pek arkadaşım yok. diğer çocuklar benim lanetli olduğumu düşünür hep."

yine gözleri kısılana kadar gülümsedi jimin ve o an, sessiz adam anladı. bu çocuğun gözlerinin kısılmasının sebebi, sahte gülüşlerinin altında yatan ölü duyguları saklamak içindi. yalnızca gülerken bu kadar kısılıyordu gözleri çünkü insanların en çok güldüklerinde belli olurdu içlerine gömülmüş ölü hevesler. göz bebeklerini örten duygu perdesi, kahkahaların yarattığı rüzgârlarla aralanırdı en çok. ve bu çocuğun kısılmış gözlerine konan duygular öylesine yoğundu ki, sanki önceki hayatındaki acıları da birikmişti göz pınarlarına.

elindeki çiçek demetiyle mezarlığın kapısından bağıran kadınla, ikisinin bakışları da oraya döndü.

"park jimin! gel ve saksıdaki çiçekleri sula oğlum!"

çocuk elinde tuttuğu suyun bir kısmını susamış toprağın üstüne döktü, geri kalan kısmını da kurumuş çamurları akıtmak için kırık ve çökmüş mezar taşına döktü.

"ben gelene kadar lütfen sabırla bekleyin..." hafifçe eğildi ve kırık mezar taşındaki silinmek üzere olan adı okudu. "bay min."
hareketleri yavaşladı ve gözleri anlık ölüm tarihinin üstünde takılı kaldı.

"1953."

"biliyor musunuz, ben hep rüyalarımda o yılları görürüm! ne tesadüftür ki sizinle aynı isme ait bir adam ile çiçeklerimize bakarız. bileklerimden öper o hep beni."

gözleri dolar gibi oldu, bacakları titremeye başladı hafif hafif.

kendini toparladı ve tekrardan konuşmaya başladı.

"hmm, her neyse, güzel çiçekleri sulayıp hemencicik geliyorum!"

tam arkasını döndü, koşarak annesinin yanına gidiyordu ki bir anda durdu ve adama döndü,

"eğer getirdiğim ölü çiçekleri sevdiyseniz sizin için biraz daha getirebilirim! annem ölü çiçekleri atıyor hep. oysa burada yıllardır çalışıyor, bilmeli ölülerin en çok sevdiği çiçeklerin solmuş karanfiller olduğunu.."

ellerini çırptı.

"size bir sürü çiçek getireceğim ve çok yakın arkadaşlar olacağız bay min! şimdiden sizi seviyorum!" dedi ve mezar taşının ucuna öpücük bıraktı ve annesinin yanına koştu.

paytak paytak koşan sevgilisine bakan ölü adam, tebessüm etti.

"sanırım tanrı gerçekten de dediklerine göre aşkların yarım kalmasına izin vermiyor, küçüğüm. ve sen, yine buldun beni."

bir sigara yaktı fakat sonradan, yaptığı şeyin farkına varıp söndürdü küçük ateşi.

"özür dilerim senden, yeniden doğamayacak kadar günahkâr olduğu için bu bedenim."

derin bir duman çekti ve kelimeleri arasında saldı onları, kelimelerinin acısını anlatmak istercesine,

"bekleyeceğim seni, küçüğüm. yanıma tekrar dönene kadar bekleyeceğim seni ve solmuş karanfillerini."

_____________________

bulutlara sarıp yollamışlar seni.
yaratılışından belliymiş kırılganlığın.
pamuklara sarıp, sinelerine çekmişler.
sakınmışlar çamurlardan.
pespembe düşlerin içinde büyümüşsün çocuk,
ondan bu kadar kanıyor dizlerin.
hiç düşmemişsin,
omuzlarda taşınmış cılız bedenin.
elin hep sıcakmış, tutan olmuş koptuğundan.
öpücük dolu yanakların,
benim öpüşlerim kirletir gülüşünü.

bulutlara sarıp yollamışlar seni, çocuk.
benim fırtınalarım sana ağır gelir.
kaç benden kaçabildiğine.
yoksa bendeki bu sevgi, ikimizi de kül edebilir.

_____________________

barış sigaraları'na vurgu yapılmıştır.

ağustos günlükleri. Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin