"sigara içmek tanrı'ymışım gibi hissettiriyor bana." dediğimde garip bakışlarının üzerimde gezdiğini hissettim. garipsemedim, aksine bir farkındalığa vardım. yıllarca yeryüzünün en terk edilmiş, en pis, en tehlikeli yerlerinde süründürdüğüm bu bedene konan bakışlar; hiçbir zaman şefkat ya da benzeri bir duyguyla sarmalanmamıştı. buna ihtiyacım olduğu da söylenemezdi zaten, bilirsiniz. günlerdir aç bir köpeğin düşündüğü şey midesidir, yıllardır okşanmamış başı değil. bu yüzden, konuşmaya devam ettim.
"bu sigaraların her birinin kaderi benim elimde. her birini ben dilediğim gibi yakar, kül eder, ve söndürürüm. istersem henüz bitmeden, daha yaşanacak çok şeyi olan bir ömür gibi bu sigarayı ayaklarımın altında ezer; onun gençlik ateşini küçük bir cızırtıyla söndürür geçerim. içinde kalan birkaç tütünü ve ucundaki külü, ayaklarımın altına ezik ve acınacak sonunu resmeder. dilersem yandan yakar, insanların deyişiyle, bu yaktığım sigarayı fahişelere layık eder ve ona azap edercesine son nefeslerine kadar tüketirim. en son ise, kaldırımın kenarına basarak boynunu dilediğim gibi kırar ve alırım canını."
bana aklımı yitirmişim gibi bakmaya çalışarak, göz perdesinin arkasına sinen, önüme gölgesi düşen merakını gizlemeye çalıştı.
"bilmiyorum, belki de bir sigarayı yaktıktan sonra da birkaç nefes çekerim ve bir sohbete dalarım. kendi kendine yanmak düşer sigaraya. hiçbir amacı kalmaz yanmasının, gıdım gıdım ilerleyen ömrü diğerlerinin ömrüne göre daha uzun ve sebepsiz geçer. ruhu, üstüne gelen duvarları izleyerek saatlerce kafa patlata patlata bir neden arar yaşamına. külleri ağır ağır kendiliğinden düşer, düştüğü yerde dağılır ve dağıldığı yere terk edilişin yıllarca boğazda bıraktığı, zamanla alışılıp varlığı unutulan o burukluğu çizer. ve sonunda asırlarca süren bu amaçsız ömür dalgasız, anısız bir vakit kaybı olarak sonlanır."
gözlerindeki o perde, söylediklerimle rüzgarda deli gibi savrulmaya başladı ve ardından, bir anda durdu. yavaşça perde aralandı ve karşımda, sırılsıklam bir çocuk çıktı. çocuğun omuzlarındaki o kambura baktığımda, yaktığım sigaranın karşımda olduğunu gördüm.
"ve ben," dedim. "bu sigarayı boşa harcamamışım gibi, söndüğünü gördükten sonra sohbetimi bitirir ve bir sigara daha yakarım." söylediklerimle onun içindeki, her gece düşünmekten yorgun düştüğü yaratılışının amacı umuduna, onun çıkış yollarına hayâl kırıklıkları serdiğimi hissettim. ve o an, bir sigaranın daha kaldırımda boynu kırıldı.
"bu yeni yaktığım sigarayı da sanki her çekişte adım adım zehirleyen bir bağımlılık gibi değil de, ölümüne susadığım sevgilinin boynundaki yakamoz kokulu nefeslermiş gibi ardı kesilmeden, tek kelime etmeden, ciğerlerime tıkıştırır; birkaç çekişte bitiririm. bu sigaraya da yaşam çok hızlı gelir, bir anda yaşar ve bir anda azrail çalar kapısını. bu sigara da buna isyan eder, ona bahşedilen küçük ama her şeyden kıymetli hatırlarla kavrulmuş ömrüne aç gözlülük eder." yüzünde sergilenen oyunda, sahne sırası öfkeye gelmişti. biliyordum, aklında her daima heyecanlı bir yaşam dileği, gönlünde ise her zaman yanıp tutuşacak bir kader ahı vardı.
"sigaralar, asla verilenle yetinmezler." deyip kestirip attım.
"anlayacağın, bağımlısı olduğum şey şu an ciğerlerimi ve beynimi talan eden nikotin değil, aşağılık egom. her sigara yaktığımda, öfkeli olduğum tanrı'nın kendini öve öve bitirememesini daha iyi anlıyorum ama şükürler olsun ki, tanrı değilim. birkaç dakika, tanrı olmak ve dünyayı saran kötülüğü yaratmanın suçluluğunu hissetmek için çok kısa."
onunla konuşurken yaktığım, birkaç nefes çekip bıraktığım sigarayı elime aldım ve ayaklandım. onun gözlerinin içine baka baka kalan bir parmaklık tütünü tek nefeste ciğerime çektim.
çatılmış kaşları, anlatmak istediğim şeyi kavrayıp yumuşadı. ceketimi giydim ve ayağa kalkıp onun yanında durdum. saçlarını okşayıp gözlerine baktığımda, ilk defa ona böyle yakın davranmamın şaşkınlığını yaşıyordu. onda, kendime ait bir şeyler gördüğümde, farkına vardığım yeni bir dava vardı. ben, kendimce ömür biçtiğim sigaralara kendi içimden, kendi kirimden bir ömür biçiyordum. yukarıdaki de, belki de kendi kendine savaştıklarını hayatlarca yaşatıyor, kadere yazıp içini döküyor ve savaşını kazanıyordu. savaşını kazandığı, kendi kederini yazdığı kader sahibini, askerini de belki de dert ortağı gibi görüp sonsuz cennetiyle ödüllendiriyordu. saçma bir düşünceydi belki de ama olayları böyle düşünmek, ona olan öfkemi ve hırçınlığımı yatıştırdı.
tam gitmek üzereyken, "tanrı'na kızma," dedim ve onu şaşırtmayacak şekilde bir sigara daha yaktım.
"bazen bana da öylece kendi kendine yanan sigaranın son dumanlarını yudumlamak çok tutkulu gelir."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ağustos günlükleri.
Storie d'amoreyazdığım birkaç şeyin toplu bir yerde saklanması için.