Aslında sanırım her şey çocukluğumda başladı. Babam gözü dışarda bir adamdı, ben belli bir yaşa gelene kadar yaşasa da bu normal bir evlilik hayatı değildi. Annemle ben yaşardık ve babamsa arada uğrardı. Babam kesinlikle kötü bir eşti ama kötü bir baba olup olmadığını hatırlayamıyorum. Kendisinin o zamanlar yaşadığımız caddede bir dükkanı vardı, evlere boya yapıyordu sanırım. Kazandığı paranın yarısı bize geliyorsa yarısı kendi uçkuruna harcanıyordu. Tabii ben bunları annemin üstü kapalı babamı azarlarken kullandığı yamuk ifadelerden hatırlıyordum. Benimle konuşu bana şakalar yapardı, bana öğüt verirdi, onunla ilgili hatıralarım kısıtlıydı. Her neyse bunlar sıkıcı konular, asıl anlatacağım hikaye bambaşka devam etmeliyim.
Babam evden kaçtı, annemle her şeyimizi toparlayıp eniştemle teyzemin yanına taşındık. Ben okulumu okurken bir süre onlarla beraber yaşamıştık. Şahsen bu süre benim için zor bir dönemdi. Biraz sığıntı hissetmiştim kendimi, okuldan sonra kendime işler bulsam dahi asla kendimi rahat hissedemiyordum. Neyse ki bu seneler de kısa sürdü. Enişteme bana güzel bir iş bulmasını söyledim ve beni bir arkadaşıyla tanıştırdı.
Ve sonra ne mi oldu, işte burdaydım. Bir trenle şehirden oldukça uzak bir ormana, dağın dibine gidiyordum. Çırak olmaya. Ve işte hikayemin tam olarak başladığı yer burasıydı.
**
Orada beni Acar Usta karşıladı, ben onun çırağıydım. Acar ustanın tam ne iş yaptığını tarif etmek zordur. Asıl işi madenciliktir ama 5 parmağında 5 marifet her işe yetişir. Ben de ona yardım etmeye, ondan bir şeyler öğrenmeye çalışırdım. Acar Usta'yla rutinimiz basitti. Sabah kaldığımız minik evden çıkar madene inerdik. Orda kazma kürek uğraşırdık, Acar Usta bana bir şeyler anlatırdı, yorulduğumu fark ettiği an işi bırakır, dinlenirdik, ona mola istediğimi söylememe gerek olmamasını seviyordum.
Bana Şehirli diyordu diğerleri, Usta'm ise bazen bunu söylerdi. Onun bana böyle seslenmesinden hoşlanmıyordum. Bana kötü hareketlerimden bahsederken ya da beni küçük gördüğünde diyordu, terbiyeli olduğumu -olmam gerektiğini- hatırlatmak içindi.
Acar Ustam, çırak-usta ilişkisinin baba-oğul ilişkisiyle aynı olduğuna inanırdı. Oğlu gibi çırağını eğitmeyi kendine borç bilirdi ve bunu yaparken şefkatini hiç esirgemezdi. Bana öğütler verir, tecrübelerinden bahseder hikayeler anlatarak beni terbiye etmeye çalışırdı. Ben ise söylediği her sözü dinler, anlamaya çalışırdım, çoğunu anlamadığım bu hikayeleri kesinlikle dinlerdim. Yapmamı söylediği her şeye harfiyen itaat eder sözünden çıkmamaya gayret ederdim ama nadir de olsa içimde ona karşı bir öfke oluşurdu. Ve bununla nasıl başa çıkmam gerektiğini kesinlikle bilmiyordum. Babamın anlatması gereken şeyleri Usta'mın anlatması beni kızdırıyordu ya da beni küçük bir çocuk gibi görmesi...
"Hadi bakalım küçük bey, uyan!" dedi Acar Usta.
Bir de bu vardı, Şehirli'nin hafifletilmişi ama bu seslenişini seviyordum. Beni kollayacağını söylerken bana böyle hitap etmişti.
Yaşadığımız ev bir kulübeydi, tek odalı kutu gibi bir evdi. Küçük bir tuvaleti vardı, evin yakınındaydı ama eve yapışık değildi. Mutfak niyetine bir tezgahımız vardı, duş almak içinse hiçbir şeyimiz yoktu, kocaman küvet niyetine kullanılan bir şey vardı, tenekelerde su ısıtıp birbirimize su döküyorduk. Gerçi sadece ben su döküyordum. Ustam benim kendimi temizleyemediğimi düşünüyordu, sadece birkaç haftadır buradaydım ve iki üç kere yıkanmıştım, bunların çoğunda ustam bana dayanamayıp bana karışmış, yıkamaya çalışmıştı. Ben ona duş alırken bakamazken onun hiçbir çekingesi yoktu, kendisi yaralanıp yaralanmadığımı, kilo ve sağlık durumumu bu zamanlarda test ediyordu.
Yatağımdan kalkıp -ki bu bir yer yatağıydı- Ustamın yanına oturdum, yine benden önce uyanmış kahvaltı hazırlamıştı, o sabah namazına kalkıyordu. Aslında ben inanmadığını düşünüyordum ama namaza gidiyordu, her sabah ama sadece sabahları kılıyordu. Tuhaf biriydi.
"Üşüdün mü bu akşam? Odunumuz bitmiş sabaha karşı soba söndü."
"Üşümedim Usta." dedim gözü kapalı yemeğimi yerken.
"Şeytan çok uyuyanı severmiş uyan uyan. Bak valla yüzünü yıkarım." dedi beni tehtid ederken. İlk gün yüzümü yıkatmıştı bana. Bütün sabah titremiştim, kanımın bile akmayı bıraktığını çünkü donduğunu düşünmüştüm. Neredeyse ağlayacaktım ama ustam bunu herkese anlatıyor ve anlatırken ağladığım detayının üstünü çiziyordu hemen yanında da karizmamın üstünü çiziyordu.
"Uyandım ki ben." dedim yine de öyle bir şeye kalkışmaması için.
"Aferin aferin hadi ye yemeğini." dedi ve kafamı bir çocuğu sever gibi okşadı.
Ben kahvaltımı ettiğimde yola çıkmak için hazırlandık.
ustam önde ben arkada ilerliyordum. Bu yol biraz taşlı bir yoldu, pek alıştığım söylenemezdi."Bugün şuradan ot toplayacağız gitmeden, köyde satacağız." dedi Usta.
Kafamı sallayıp ilerledim, dağın tepesine doğru çıkmaya başladık. Ustam sert adımlarla ilerlerken bu benim için geçerli değildi. Ayağımdaki eski ayakkabılar bu tarz yolları yürümek için kesinlikle uygun değildi. Ayağım kayıp duruyor, dengemi şaşırıyordum."Şehirli, düzgün de yürüyemiyorsun ha?" dedi Ustam. Bir şey söyleyemedim, onun gibi emin adımlar hiç atamamıştım, normal yollar da bile. Kendinden emin, dik adımlarını babama benzetirdim. O da böyle yürürdü, küçüklük gözümle dev gibi gelirdi. Şimdi büyümüştüm ama Ustamın yanına yaklaştığımda hala küçük bir çocuk gibi onu devleştiriyordum gözümde.
"Gel hele buraya," dedi Ustam bileğimi yakalayıp yanına çekerken beni.
"Bastığım yerlerden git, izlerimi takip et. Tamam mı?"
"Tamam." diye başımı salladım.
"Zamanında, ben daha küçücüğüm, senden bile öyle düşün," suratımı büzdüm hafifçe. Ustamsa sırıttı önümde, görmüştü. "Bizim kuzularımız koyunlarımız vardı tabii o zamanlar," Ustam yaşamadığı hikayeler anlatırdı bunu bilirdim, ustam bir hikayesinde köy öğretmeni, bir hikayesinde çoban olurdu, bazen tek gözlü bir devle savaşır bazense köpekten kaçarken başına elem olaylar gelirdi. Yine öğrendiğim bir şey vardıysa Ustam ne derse bu gerçekti ve doğruydu.
"Sürünün başında da böyle dev bir köpek, sanırsın kurt." Yüksek kayadan çıkmam için elimden tutup çekmişti.
"Tüm sürü onu takip ediyor ben de arkalarındayım, hep aynı saatte. Bir tane de kuzu var, benekli. Bizim bu köpeğin gayrimeşru kuyruğu, her adımları aynı. Diğerleri köpeği dinlerdi amma görsen başına buyruk hepsi. E boşuna koyun sürüsü değil."
Biraz nefeslendi, hikayenin sonuna yaklaşmıştı.
"Bir gün ben gelemedim ama köpek gitmiş yine, sürünün kapısı da bozuk, itsen açılıyor ama koyunlar kaçmazdı, tabii köpek açarsa ayrı... e açtı köpek tabii hepsi peşine."
Bu sefer gerçekten yüksek bir yerdeydik, ustam bile rahatça çıkamadı ve bir ağaça tutunup tırmandı. Sıra bendeydi. Tam nereye basacağım diye düşünürken Ustam beni tutup kaldırdı yanına. Bu yolda bile beni kaldırabilmesine hayranca baktım. O ise hiçbir şeymiş gibi konuşmaya devam etti.
"Sonra bunlar giderken bir kurt sürüsü buna yaklaşmış. Bundan sonrasını komşular anlattı. Köpek ilk önce korumaya çalışmış ama sürü sonuçta sonra geri çekilmiş kaçmış. Koyunların hepsi şokta oraya, buraya kaçışıyorlar.
"hepsi telef oldu, köpek yaşadı tabii, bir de biri daha. Kim sence?" dedi Ustam, sanırım dinlediğimden emin olmaya çalışıyordu.
"Benekli mi?" dedim.
Cevabımı beğenip gülümsedi ve başını salladı.
"Aynen öyle, Benekli yaşadı. Çünkü tüm koyunlar panikle köpeğin emirlerini unuttular ama benekli hep onun peşinden gitti." dedi Ustam sonra bana döndü ve durdu.
"Işte geldik, gel bak göstereyim bunlardan toplayacağız."
***
bölümüm kısa olmasını istiyordum o yüzden burda kestim. okuduğunuz için teşekkürler.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
USTA
Teen FictionAcar Ustam, çırak-usta ilişkisinin baba-oğul ilişkisiyle aynı olduğuna inanırdı. Oğlu gibi çırağını eğitmeyi kendine borç bilirdi ve bunu yaparken şefkatini hiç esirgemezdi. Bana öğütler verir, tecrübelerinden bahseder hikayeler anlatarak beni terbi...