episode eleven

214 22 6
                                    

Hiçbir arkadaşıma haber vermediğim için yüreğimin ait olduğu salona bir başıma yürürken heyecan ve panikten titriyor, sürekli olarak derin nefesler almama rağmen bir türlü toparlanamıyordum. Heeseung aklımı karıştırmaya bayılıyor, bunu yaparken hiçbir pişmanlık duymuyordu ve ben ne ara bu kadar aşık olduğumu bile anlayamadığım bu adama karşı ağzımı açıp tek bir itirazda dahi bulunamıyordum. Dur yapma diyemiyor, kalbim dört nala koştururken sakinleştirmek adına hiçbir şey yapamıyordum.

Tam tersine kendi mezarımı kendim kazıyordum hatta. Çok yüksek ihtimalle haber vermeden böyle bir bok yediğim için Jay tarafından çöpe atılacak, Sunoo kulak zarımı patlatırken Sunghoon'un söylenmelerini çekmek zorunda kalacaktım fakat aptal aşık yüreğim bütün bunları kabulleniyor, ne olursa olsun Heeseung'tan vazgeçemiyordu. Hal böyle olunca da kendimi siyah beyaz renklerle dekore edilmiş küçük ama bir o kadar da büyük stüdyonun önünde bulmam pek tabii kaçınılmazdı.

"Selam." Zor çıkan sesimle cam kapıyı ittirerek içeriye girerken fazlasıyla gergindim. Heeseung'ı görecek olmak başlı başına bir felaket sebebiyken saatlerce resmen ağız ağıza duracak olmak alnımdan soğuk terlerin boşalmasını sağlıyor, ellerimi zangır zangır titretiyordu. Yalnızca görmek bile kalp krizi geçirmem için yeterli olurken zalim aşkımın asla çekinmeden sadece işini yapmak için de olsa vücudumu ellemesi ise beni cennete, hatta peygamber katına başarıyla yükseltiyordu. 

"Hoş geldin Jake! Naber?" Stüdyonun küçük olan tek yeri girişte masasının başında oturan Jungwon gülümseyerek beni karşılarken ben yanımda Jay'i getirmediğim için deli gibi pişman olmakla meşguldüm. Tamam biraz fazla dürüsttü falan ama böyle durumlarda da götümü güzel toparlıyordu, o olmadan ne demem gerektiğine karar veremiyor ve yüzyılın arsızı Jake'i içimde bir yerlerde kaybederek yalnızca her şeyden büyükçe bir utanç duyuyordum. 

"İyiyim, sen nasılsın?" Üzerimdeki ceketin kollarını parmak uçlarıma kadar indirmiş gerginlikten titreyen parmaklarımı saklamaya çalışırken aynı zamanda Jungwon gibi genişçe gülümsemeye özen gösteriyor, kendimi şimdiden Heeseung'la yüzleşmeye hazırlamaya çalışıyordum.

"İyiyim iyi, yuvarlanıp gidiyoruz işte öyle. " Bilgisayarın ışığı yüzüne vururken önündeki beyaz olduğunu tahmin ettiğim ekrandan çabucak birkaç yere tıkladı ve o sırada çalan kablolu telefon ile derince bir nefes alarak az önce yüzünde yer edinen pırıl pırıl gülümsemeyi tamamıyla yok etti. Bu kadar hızlı değişen ruh hali gözümü korkuturken ise dudaklarını tekrardan araladı. "Heeseung içeride." Kalbim tekledi, nefesim yine bir taraflarıma kaçtı ve ben nerede olduğumu bile unuttum fakat bir şekilde kendimi masanın solunda kalan odaya, aşkımın odası, atabildim.

"Selam." Gülümsemeye özen göstererek girdiğim geniş odanın içerisinde masasının başında oturmuş şeffaf çerçeveli gözlükleriyle bir şeyler karalayan müstakbel sevgilimi bugün daha ne kadar kullanacağımı bilmediğim ama kesinlikle hayat kurtarıcı olduğuna inandığım kelimeyle selamlarken gerçek anlamda nefes alamıyordum.  Beyaz teni, giydiği dapdar siyah kısa kollu tişörtü ve altından sızan dövmeleri, özenle şekillendirdiği kömür karası saçları ve libidomu arşa çıkaran lanet gözlükleri beni kelimenin tam anlamıyla mahvediyordu. 

"Ah geldin mi?" oturduğu sandalyesini ufak bir ayak darbesiyle hafifçe geriye itekleyip bakışlarını yüzüme çıkartırken bir köpek gibi havlamamak adına kendimle büyük savaşlar veriyor, salak gibi gözükmediğimi tüm hücrelerimle umut ediyordum. "Gelsene yanıma." 

"Ha evet geleyim." Kapattığım kapının önünde salak gibi durduğumu fark ettiğimde yanaklarım fazlasıyla kızarırken saklamak adına başımı hafifçe öne eğdim ve müstakbel sevgilimin yanındaki sandalyeye oturdum. Az önce beni süzebilmek adına geriye çektiği sandalyesi yüzünden biraz uzak dursak da uğruna kurşun yiyebileceğim kokusu her halükarda ciğerlerime doluşuyor, yaşama sebebim haline gelmekten gocunmuyordu. Sunghoon'dan çok daha fazla enayiydim galiba.

darl+ing | heejakeWhere stories live. Discover now