Mine çekingen adımlarla girdi odaya. Leyla arkasından kapıyı kapattı.
-Olacak mı sence?
-Umarım. Yoksa bu işin sonu hiç iyi bitmeyecek. Gel hadi.
Onlar bunları konuşarak uzaklaşırken Mine de yavaş hareketlerle Hakan'ın yanına oturdu. Yüzüne baktı Hakan, gözlerinin şişliğine. Mine'yi üzmek her şeyden ağır geliyordu ona. Yine de bu hatadan kaçamıyordu. Dayanamadı sonunda.
-Mine...
-Kemal...
Mine'yi göğsüne yatırdı. Mine de sarılarak karşılık verdi hemen. Ne kadar kırgın olsalar da ayrı duramıyorlardı. Yıllar bunu kanıtlamıştı. Mine Hakan'ın elini fark etti o sırada.
-Getir bakayım.
-Önemli değil.
Yine de yandaki malzemeleri alıp pansuman yapmaya başladı Mine. Hakan da konuşmaya başladı.
-Özür dilerim. Çıkıştım sana. Gerçekten bir anda oldu, kızdığımdan değildi.
-Ben de özür dilerim. Üstüne bu kadar gitmemeliydim. Seni de suçlamak istemedim. Ama işte Zeynep...
-Konu Zeynep olunca kendine hakim olamadın.
-Ben, ben Zeynep o boşluğu doldurabilir sandım.
-Ama olmadı.
-Kemal, çocuğumuz olmadığı için bana kızgın mısın?
-Sen nasıl düşünebilirsin böyle bir şeyi. Ben seni sen olduğun için sevmedim mi? Öğrendiğimde de sonra da hep beraber olmadık mı? Biz böyle de çok güzeliz, Mine. Ben bizi böyle de seviyorum.
-Ben de.
Birbirlerinin gözlerinin içine baktılar.
-Belki de başka bir yerde konuşmalıyız.
-Bunu yapmak zorunda mıyız?
-Çözeceksek eğer başladığı yerden çözülecek.
-Haklısın.
Kalktılar. Leyla ve Ömer'in şaşkın bakışları altında bahçeye çıkıp arabaya gittiler. Hakan eline baktı, titriyordu yine.
-Sen kullanır mısın?
Mine kafa salladı. Bindiler ve yola çıktılar.
-------
-En son ne zaman gittin?
-Bilmem ki. Ben pek sevmem, bilirsin. Sen?
-Birkaç ay önce.
Zeynep hayatlarına girmeden önce. Yine bir pişmanlık oturdu içine. Arabayı durdurdu.
-Hakan gitmeyelim.
-Gitmezsek yine kaçacağız, biliyorsun.
-Dayanamıyorum.
-Ben de...
Sessizlik.
-Söz ver o zaman. Kaçmak yok, onun için.
-Söz. Sizin için...
Mine yola devam etti. 5-10 dakika sonra gelmişlerdi. Mine arabayı park etti. Girişin yanına oturdular.
-Bizi mutlu görmek ister değil mi?
Mine'nin yanaklarından yaşlar süzülmeye başlamıştı.
-Öyle. Hissediyordur ama zaten.
Hakan da kendine daha fazla engel olmadı, gözyaşlarını serbest bıraktı.
-Yine de burada konuşalım. Böyle gitmeyelim yanına.
-Olur.
Sessizlik oldu bir süre. Sonra Mine konuştu.
-Kemal ben dayanamıyorum artık, bu suçluluk beni yiyip bitiriyor.
-Sen neden kendini suçluyorsun ki?
-Benim yüzümden oldu, doğuramadım onu, yaşatamadım.
-Senin suçun değildi ki. Ben engel olmalydım sana. Onca riske rağmen izin vermemeliydim.
-Riskleri ben de senin kadar iyi biliyordum.
-...
-Kararına niye kızdım biliyor musun? Çünkü beni kendimi suçlamaya mecbur ettin.
-O zaman da o kendini suçlayacaktı.
-...
-Dediğim gibi, kararımdan asla pişman olmadım. Ama geri kalanı için aynı şeyi söyleyemem. Sen kendini suçladıkça ben kendimi daha çok suçladım emin ol.
-Ne zaman bitecek Kemal? Bu suçlamalar...
-Kabullendiğimizde...
Kimse söylemese de ikisi de duydu.
Suçsuz olduğumuzu, onun geri gelmeyeceğini, çok geç olduğunu; insanın geride kalarak yaşayamayacağını kabullendiğimizde...
-Mutlu olduğunu görmek isterdim.
-Babam ben küççükken, annemin mezarına gittiğimizde ne demişti biliyor musun? Mezarında çiçekler açıyorsa mutludur.
-Açar mıydı?
-Babam hep benden önce gider çeşit çeşit çiçek dikerdi oraya. Ben de çocuk aklı inanırdım.
-Peki sonra yaşar mıydı o çiçekler?
Kafa salladı.
-O zaman doğrudur belki yine de. Solmadıklarına göre.
-Belki.
Sessizlik.
-Bir şey daha sorucam. Onun yerini doldurmaya çalıştım diye küsmüş müdür bana?
-Çocuklar annelerine küsemez ki.
Mine umutla göz kırptı.
-Gidelim mi?
Hakan kafa salladı. Mezarlığın gıcırdayan kapısını açtılar yavaşça. Daha sonra da her saniye uzayan adımlarla mezara doğru ilerlediler. Az kalmıştı ki Hakan Mine'nin elini tuttu. Son bir kez birbirlerine baktılar güç almak istercesine. Sonra el ele onun yanına geldiler, Zeynep'in mezarının başına.
-Kemal, bak.
Küçük bir çocuk gibi hevesle mezarın üstündeki çiçekleri gösterdi Mine. Çiçeklerin yanına oturdular. Mine kokularını içine çekti.
-Onun çiçekleriyse bunlar onun gibi kokarlar belki.
-Sen o yüzden mi her geldiğimizde çiçekleri kokluyordun?
-Hı hı.
Hakan da koklamaya başladı.
-Eminim çiçekler kadar güzel bir kız olurdu. Senin gibi.
Mine başını Hakan'ın omzuna yasladı.
-O bizi affettiyse biz de kendimizi affetmeliyiz artık.
-Öyle daha çok mutlu olur. Onu üzmeye hakkımız yok.
Mine Hakan'a baktı.
-Mutlu olalım Hakan, mutlu olalım artık.
Sonra tekrar mezara döndü.
-Değil mi kızım?
O anda bir kelebek gelip mezar taşına kondu.
-Bak, annesinin kelebekleri çok sevdiğini biliyor.
Ağlıyorlardı hâlâ, bu son ağlayışları da olmayacaktı. Ama artık minik bir tebessüm de vardı yüzlerinde. Anılara tebessüm edebildiğinizde kabullenmişsiniz ve artık devam etmeye hazırsınız demektir. Onlar da kabulleniyorlardı sonunda; erken vedalarını, hayatı.
-------
Hastaneye girerlerken Hakan bir koluyla Mine'yi sarmıştı. Bu Leyla ve Ömer'i fazlasıyla mutlu etti, barışmışlardı demek. Yine de Ömer Hakan da hala devam eden bir durgunluk sezdi. Zamana ihtiyacı var diye düşündü.
----Ertesi gün----
Mine ve Hakan acildeydi. Hakan öksürdü yine. Mine sabahtan beri kaçıncı olduğunu sayamamıştı.
-Hakan, iyi değilsin sen.
-Mine kaçıncıya soruyorsun. Bir şeyim yok.
-Gel bi ateşine bakayım en azından.
-Gerek yok.
-Off.
Ambulans sesi tüm acili doldurdu o anda. Mine ve Hakan da konuşmayı bırakıp sedyenin yanına koştular hemen.
Hastanın durumu kritikti, acil müdahale gerekiyordu. Hakan gerekli malzemeleri aldı Mine'den. Ama bir sorun vardı. Eli titremeye başlamıştı yine. Ne kadar uğraşsa da başaramadı. Mine'ye baktı. Mine endişeyle ona bakıyordu.
-Ömer!
-Efendim hocam.
-Hasta sende.
Mine ve Ömer hastanın başında kalırken Hakan, üstündeki bakışlara aldırmaksızın çıktı.
------
Mine kapıyı tıklattı. Ses gelmeyince açtı.
-Hakan?
Fakat Hakan odasında değildi. Tekrar koridora çıktı. Gördüğü birkaç kişiye Hakan'ı sordu fakat cevap alamadı. Telefonu çıkarıp aradı sonra. Ulaşılamıyor. Panikle tekrar acile indi.
-Mine Abla ne oldu?
-Yok, Hakan yok.
-Hava almaya çıkmıştır belki. Bahçeye baktın mı?
-Yok hayır. Ama telefonu da kapalı.
-Olsun, gel biz bakalım yine de.
Beraber bahçeye baktılar. Ama Hakan orda da yoktu. Mine iyice telaşlanmıştı, Leyla'ysa çaresizce onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Onların bu hali diğerlerinin de dikkatini çekti.
-Noluyo burda?
-Hakan hocayı bulamadık da.
-Hakan hoca bu, kaçmıştır bir yerlere. Bir iki saate döner.
-Öyle de, emin olamıyorum işte. Acilden çıkarken halini gördünüz. Hastaydı bir de zaten.
-Bir şey olmaz. Bakar o başının çaresine. Sen sakin ol Mine Hemşirem.
-Şey, aslında...
Herkes Bektaş'a döndü.
-Bektaş, sen biliyor musun yoksa?
-Geçen gün pek iyi değildi.
-Nasıl?
-Kendi kendine konuşuyordu. Benim yüzümden falan dedi. Aynayı yumruklamaya kalktı hatta. Sonra beni görünce çıktı gitti.
-Off.
Mine ellerini saçlarına geçirdi.
-Mine Abla tamam, sakin ol.
-Nasıl olayım Leyla, adamın dengesi bozuldu iyice. Sağı solu belli değil.
Mine durdu, düşündü. Nerde olabilirdi bu adam, nerde? Sonra aklına gelen fikirle kafasını kaldırdı.
-Bülent, arabanın anahtarını verir misin?
-Ne oldu ki?
-Bülent ver şunu!
Bülent Mine kasırgasına teslim oldu, çıkarıp verdi anahtarı.
---------
Mine gelişigüzel park etti arabayı mezarlığın önüne. Hakan'ın gerçekten burda olmasını umuyordu. Hızlı hızlı mezarın yanına gitti, Hakan'ın annesinin mezarına. Yanılmamıştı, ordaydı Hakan. Mezarın kenarına oturmuş -uzanmış da denebilir- annesiyle konuşuyordu. Mine onu bölmek istemedi. Uzaktan seyretmeye başladı.
-Anne ben çok yoruldum. O kadar çok yoruldum ki. Zorluklardan, acılardan, sorumluluklardan. Hayattan... Yaşamayı beceremedim bu hayatı. Her şeyi kaybettim. Babamı kurtaramadım, kızımı kurtaramadım. Mesleğime bile sahip çıkamadım, doktorluğum da kayıp gitti elimden. Sonra Mine geldi, canımdan çok sevdiğim Mine, karım. Onun da yüzünü güldüremedim. Ne kadar kırmamaya çalıştıysam hep ağlattım. O bana hep destek oldu, ben? Yapamadım. Çünkü doğarken belliydi benim kaderim. Anne... Seni kaybettim ben, seni kurtaramadım. Anne affet beni... Anne...
Mine daha fazla dayanamadı. Hakan'ın yanına koştu.
-Hakan.
-Mine...
Hakan zorlukla doğruldu fakat anında Mine'nin kucağına düştü başı.
-Benim yüzümden.
-Şşh.
-Benim yüzümden.
Mine Hakan'ın ateşinin olduğunu fark etti. Sayıklaması da bu yüzdendi.
-Kemal, hadi evimize gidelim.
-Mine benim yüzümden.
-Söz veriyorum, hepsi geçecek, tamam mı?
Zorlukla Hakan'ın kalkmasına yardımcı oldu. Koluna girip arabaya kadar götürdü onu. Eve geldiklerinde de aynı şekilde götürüp kanepeye yatırdı. Mendil ve su getirdi hemen, ıslattığı mendili Hakan'ın alnına koydu.
-----
-Mine.
Hakan bitkin seslendi. Mine doğruldu hemen.
-Hakan, iyi misin?
Hakan evet anlamında göz kırptı.
-Çok korkuttun beni.
Doğrulmaya çalışsa da Mine engel oldu.
-Dur bakayım...
Alnındaki mendili aldı, ateşini kontrol etmek için bir öpücük kondurdu.
-Sonunda düşmüş ateşin.
-Yardım eder misin?
Bu kez Mine'nin desteğiyle hafifçe doğruldu yerinden. Mine de yanına geçti. Hakan'ın başını kendine yasladı, saçlarıyla oynamaya başladı sonra.
-Neler olduğunu anlatacak mısın?
Hakan cevap vermedi.
-Eğer yeni bir sayfa açacaksak tam olsun, di mi? Yıkalım o çocukluğundan kalma duvarları.
Hakan Mine'ye baktı.
-Hadi baştan başlayalım. Madem anlatmıyorsun neden anlatmadığını söyle.
Hakan'ın gözlerinin içine baktı. Hakan güç aldığını hissetti.
-Susuyorum. Susuyorum çünkü konuşursam gideceğinden korkuyorum.
-Neden gideyim ki?
-Çünkü suçluyum.
-'Benim yüzümden' yani. Hakan neden suçlu olasın ki?
Derin derin nefes aldı birkaç kez.
-Annem, babam, Zeynep. Ben hiçbirini kurtaramadım Mine, hiçbirini.
-Bunlar senin elinde değildi ki.
-Sorun da bu işte. Ben hiçbir şeyi kontrol edemiyorum.
Ofladı. Mine Hakan'ın bakışlarını tekrar kendine çevirdi.
-Hayat budur zaten Kemal, biz hiçbir şeyi kontrol edemeyiz. Bazen ne kadar çabalarsak çabalayalım olmaz. Ama biz hep kendimizi suçlarız. Oysa bazı şeyleri akışına bırakmak gerekir.
Mine sustu, Hakan onun gözlerine bakmaya devam etti. Gözlerindeki samimiyet iyi geliyordu Hakan'a. Kafa salladı. Sonra bakışlarını etrafa çevirdi. Mine gözlerinden hâlâ bir derdi olduğunu anlıyordu.
-Bunlar yeni şeyler değil Kemal. Senin canını sıkan başka bir şey var.
Yine Mine'ye döndü. O konuşmasa da Mine içini görüyordu sanki.
-Ben doktorluğa sığındım Mine. Bir şeylerin kontrolü elimde olsun diye, kurtaramadıklarımı kurtarayım diye, bazen elden bir şey gelmediğini öğreneyim diye. Ama şimdi...
-Şimdi?
-Bir daha doktorluk yapamayabilirim.
-Nasıl?
Hakan'ın nefes alıp verişleri sıklaşmıştı.
-Bir arkadaşıma gittim ellim için. Dedi ki, bir daha elini...
Devam ettiremedi. Mine gözlerini kocaman açmış şaşkınlıkla endişe arası bakıyordu Hakan'a. Şimdi anlamıştı ani tepkilerinin sebebini.
-Nasıl yani, hiç mi?..
-Çok küçük bir ihtimal varmış sadece.
İnanarak söylemediği belliydi. Mine aniden sarıldı Hakan'a.
-Mine ben bunu istemiyorum.
-Olmayacak Hakan, olmayacak. Elimizden ne geliyorsa yapacağız, tamam mı?
Bir süre sessizce sarıldılar.
-Mine, beni bırakma olur mu? Sen de bırakma.
-Bırakmam, istesen de bırakmam.