10 gün sonra
bts- dont leave me
Artık kaçıncıyı tükettiğimi bilmediğim dal dudaklarım arasında erirken diğer elimdeki içki şişesini dudaklarıma götürdüm. O kadar virane bir haldeydim ki kimse bana acımaya tenezzül bile etmezdi. Gece düşmüştü de sanki altında kalmıştım. Bir tek ben ezilmiş, ezilmiş de ölememiştim bir türlü. Nefessiz kalmış çırpınıyordum. Boğuluyordum ama batamıyordum. Bir türlü sonu göremeyerek sadece can çekişiyordum.
Ne aldığım nefes ciğerlerime yetiyordu ne bedenime pompalanan kalp yararlı hissettiriyordu. Her yanımda hiç dinmeyecekmiş gibi yanan bir acı vardı ve bununla baş etmesi artık daha da zorlaşıyordu. Uyusam Devrim vardı, uyanık olsam o vardı...
O akşam direkt olarak Hüseyin'in yanına gelmiştim. Hayal'e gidemezdim çünkü Devrim onun evini de biliyordu ve Hayal'in söylediğine göre de defalarca kez gitmişti. Mekana da gitmişti. Eminim ki evime de gitmişti ama burayı bilmiyordu. Kendimi o kadar kötü ve kandırılmış hissediyordum ki bu ağırlık artık boğazıma dolanıyordu nefretle büyümüş bir yılan misali. Sigara ve içkiyle dolduruyordum ayık olduğum anları. Bu ayrılık acısının boyumu aşıyor oluşu ne yazık ki güldürmeyen çirkin bir şakaydı artık.
"Bir şeyler ye yeter!" Hüseyin dudaklarımdan sigarayı, elimdeki içki şişesini çektiğinde kaşlarımı çattım. Kafam biraz güzel olduğu için bedenimi çok da kontrol edemiyordum. "Zehirleneceksin. Bu kadar kötüysen git konuş abi bu nedir ya!"
Başım ağrıyordu. Oturduğum koltukta biraz uzanıp gözlerimi de kapattım. Tek istediğim uyumak, hatta bilincimi yitirmekti. Yorgundum. Kalbim öyle yorgundu ki üzülüyordum ona. Zavallıydı. Durmadan ağlıyor, hiç gerçekleşmeyecek bir şey için ağıt yakıp duruyordu. Bu çaresizliğine öyle üzülüyordum ki onu avucuma almak ve bu üzüntüsüne son vermek istiyordum. Onu yok etmek istiyordum.
Uyku beni biraz içine çekerken hiç direnmedim. Hayal meyal Hüseyin'in üzerimi örttüğünü hissedebilmiştim. Uykularım da kalitesizdi. Baygınlık geçirene kadar içiyordum çünkü bir tek sarhoşken rüya görmüyordum. Ve ben artık rüyalarımda bile görmek istemiyordum Devrim'i. Bunun kandırılmışlıktan ziyade kırılmışlığımla ilgisi vardı. Ne kadar düşünürsem düşüneyim bir türlü yumuşamayan bir yanım vardı. Benden başka neler saklamıştı? Bana yalan söylemiş miydi? Ona artık güvenemiyordum. Onu o kadar özlemiştim ki bu aklımı kaybetmeme sebep olacaktı.
Kalitesiz başka bir uykudan uyandığımda hava kararmıştı, mutfaktan mırıltılar duyuyordum. Başımda çatlayacak gibi bir ağrı başlarken yerimde zorlukla doğruldum. Dudaklarıma bir dal yasladıktan sonra geçtim mutfağa sonunda.
"Günaydın," dedi Bilal şok olmuş bir ifadeyle yüzüme bakarken. "Şu haline bak! Hayal görse delirir."
Boş sandalyeye kendimi attıktan sonra biraz yerimden yayıldım ve başımı sandalyenin arkasına yasladım. Başım dönüyordu artık. Bir süre kimse bir şey konuşmadı ve ben sadece gözümün önünde yükselen sigara dumanını izledim.
"Devrim sürekli mekana geliyor Arden. Ona ulaşsan mı artık? Bence pişman olmuşsundur."
Olmuştum. Pişman olmak ne kelimeydi ki zaten şu hissettiğimin yanında. Kafamı kaldırıp ona baktığımda gözlerindeki üzüntü bıçak gibi kesti boğazımı. Yerimde biraz doğrulup dirseklerimi masaya, avuçlarımı da şakaklarıma yasladım.
"Bok gibi hissediyorum Bilal," dedim kuru sesimle. Boğazım acıyordu. "O kadar fazla şey düşünüyorum ve o kadar içinden çıkamıyorum ki. Çok sinirliyim. Hâlâ çok sinirliyim ama bir o kadar da üzgünüm amına koyayım. Aşamıyorum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Latibule [bxb]
RomanceGözler kalbe ışık tutuyordu, ya da kalp miydi gözleri parlatan? Onun gözlerini ne parlatıyordu? O yeşilleri, öylesine sarmaşık hale ne getiriyordu? Beni orada ne tutuyordu?