1. BÖLÜM: EYLÜL DEMİREL...
Çalışma masamda oturmuş türev integral çözemediğim için ağlıyordum. Matematiği seviyordum fakat yapamamamın suçlusu bendim. Sınavlara yaklaşık bir buçuk hafta kalmıştı ve ben daha derslerime bakmaya yeni tenezzül etmiştim. Çünkü konular zordu bu yüzden çalışasım gelmiyordu. Çalışmadığım için stres oluyor stres olduğum için çalışamıyordum. Ve böyle bir döngü içinde sürüklenip gidiyordum. Siz hiç matematik yapamadığınız için ağladınız mı? Ben ağladım ve size tüm samimiyetimle söylüyorum ki matematik yüzünden ağlamak bu dünya da başınıza gelebilecek en iğrenç durum. Son sınıf öğrencisi olarak bu sene nefes dahi almamam gerekiyordu. Hedeflerim yüksekti fakat hedeflerime giden yolda oldukça zorlanıyordum. Tuvalet kağıdına sümkürdükten sonra kendi kendime söylenmeye başladım. "okullar daha yeni açılmıştı ne ara sınavlar geldi kesin bütün hocalar sınav zorluğunu Ö.S.S düzeyinde hazırlıyordur". Kalemi elime alarak önümde duran yığına büyük harflerle "ALLAH BELANI VERSİN Ö.S.S" altına da "SAYGILAR" yazıp gülücük koydum. Soru çözerken sıkılıyordum bu yüzden not kağıtlarımın kenarında, altında üstünde garip garip cümleler bulabilirsiniz. Bazen keko damarım tutar ve teksirlerime "KALBİNDE YER YOKSA GÜZELİM MERAK ETME BEN AYAKTA DA GİDERİM ya da AZRAİL BİLE BENİM AYAĞIMA GELCEK SEN DAHA NEYİN TRİBİNDESİN" gibi ve ne zaman kendi çapımda eğlenmeye kalksam bir şekilde o kağıt hocanın eline geçer ve ben yine boyuma kadar boka batarım. Hayattaki şansım anca bu kadar yanımda dururdu zaten. Hocalarım da az çok alışmıştırlar bana, yadırgamazdılar beni, bolca rezil olduğum için pek değerli hocalarım, bana ve keko damarıma bağışıklık kazanmış durumda. Söylenmeyi bırakıp soru çözmeye başlamıştım ki daha soruyu okumadan telefonuma gelen mesajla tüm dikkatim uçmuştu. Mesajı atan serseri arkadaşım Cihan'dı. Serseri arkadaşım serseri arkadaşını küçük bir bar kaçamağı yapmak için çağırıyordu. Fakat serseri arkadaşı şu sıralar vücuduna oldukça fazla alkol yüklemesi yapmış ve ailesinin nefretini kazanmayı başarmıştı. Ah ben kim miyim? Ben Eylül. Eylül Demirel. Adım ile kendimi her zaman bağdaştırmışımdır. Eylül gibiyim ben hüzünlü, ağaçların yapraklarını döktüğü an vardır ya hani. Ağaçlar yapraklarını, çiçeklerini kaybeder ve ağaçlar eksik kalır. Sonra ilkbahar gelir kış biter ve güneş açar. Dökülen yapraklar, kaybolan çiçekler yeniden oluşmaya başlar. Yarım kalan ağaçlar birden bütün olurlar. Ama ben hep biraz kırık hep biraz eksiktim. Benim ağacıma hangi ay, hangi mevsim gelirse gelsin benim ağacım her zaman Eylül ayındaydı. Benim ağacımda dökülen yapraklar, kaybolan çiçekler yeniden doğmadı. Yapraklarımın ve çiçeklerimin oluşması için çok bekledim. Kendimi her şeyin bir zamanı olduğuna inandırıp durdum. Fakat zamanla anlıyorum ki ben her zaman biraz yarım biraz eksik kalacağım. Belki de benim dallarım kurumuş, toprağım yaralanmıştır. Belki de ben her zaman dışarıda ki yaprakları ve renkli çiçekleri olan ağaçları kıskanacağımdır. Belki de ben kuru dalların arasında yaşamaya mahkum edilmişimdir. Belki de bu yüzden asla yapraklarım ve çiçeklerim oluşmuyordur. Tanıştığımıza memnun oldum. Telefonumu elime alıp mesajı tekrar okudum. "Yalım ve ekibi bizimkilerle her zaman ki mekan da annem sen gelmezsen beni de göndermiyor şu vefalı kardeşine bir iyilik yapmaz mısın be" daha bir şey yazmamışken hemen altına "anneme seninle birlikte kahve içmeye çıkacağımı söyledim. Hemen atla bize gel annem seninle konuşmadan dışarıya çıkamayız biliyorsun." Ve her zamanki gibi yine bir yalanın içindeydik. Yalan söylemekten, yalan hisleri dışarıya yansıtmaktan, artık gerçek hayatımızın nasıl olduğunu unutmuştuk. Tuşlara hızlı bir şekilde dokunup "yarım saate oradayım hazır ol Selen teyzeyle konuştuktan sonra seni beklemem" yazacağı cevabı beklemeden telefonumu yatağıma fırlattım. Yaklaşık 4 gece üst üste dışarıya çıkmış, 4 gecenin 2 gecesi eve sarhoş, diğer 2 gecesi sabaha yakın eve gelmiştim. Bu akşam asla dışarıya çıkamazdım ama Cihanı' da asla yalnız bırakamazdım. Ne yapıp edecek ve bu akşam dışarıya çıkacaktım. Annemlerin ne durumda olduğunu görmek için yemek odasına bakmaya karar verip odamdan çıktım. Yemek odasının önüne geldiğim de gülme sesleri, kadeh vurma sesleri ve kısıkta olsa arkadan çalan müziğin sesini duyuyordum. Bu akşam Ali Abimlerin bize gelmesi sanırım benim için bir hediyeydi. Normalde misafir sevmem ama şuan evde misafir olmasından daha güzel bir durum olamazdı. Ali Abim ile babam çocukluktan beri arkadaştır. Ali Abim beni kendi kızı Selma' dan hiçbir zaman ayırmaz. Kızıyla aram her ne kadar kötü olursa olsun her zaman beni sevdi. Ama Ali Abimler geldiğinde bile odamdan çıkmak istemiyordum. Yalnız kalmak, alanıma çekilmek, karanlığıma geri gömülmek istiyordum. kapı ucunda annemleri izlerken Selma ile göz göze geldim. "hay ben böyle işi sikiyim ya" Selma ile göz göze gelmemizin saniyesinde hemen ortaya atladım. "herkese iyi akşamlar" Ali Abim, eşi Serra Abla, anne, babam kısacası Selma dışındaki herkes bana "iyi akşamlar güzellik" diye karşılık verdi. Ve her zamanki gibi masada boş kalan kısım Selma'nın yanıydı. Az öce ettiğim küfrü duymadığına dua ederek yanına oturdum. Selma'nın çiyan bakışlarını üzerimde gezdirdiğini hissediyordum. Ona bakmadan dimdik karşıya bakarken sessizliğimi Ali Abi bozmayı başarmıştı. "fındığım derslerin nasıl?" zaten o soru sorulmazsa misafirliğe misafirlik denilmiyor. Ona tabi ki de doğruları söylemeyecektim. Derslerimde hayatım da yolunda değildi. Ama yanımda o çiyan varken asla açık veremezdim vermemeliydim her zaman olduğu gibi yüzüme sahte bir gülümseme yerleştirip Ali Abimin gözlerinin içine bakıp "her şey yolunda, hedeflerime ulaşmama az bir süre kaldı. Bence ofisinde başarılı bir mimara ihtiyacın vardır diye düşünüyorum Ali Abicim" kural her zaman buydu, işler yolunda olmasa bile her şey yolundaymış gibi davranmak zorundaydım. Korkudan tir tir titresen bile korktuğunu göstermeyeceksin. Korkan kişi değil korkutan kişi sen olacaksın yoksa hayatın boyunca bir kıyıda köşede duran önemsiz, değersiz bir eşya olarak kalırsın. Bırak içindeki korkuyu yalnızca içindeki çocuk bilsin. İçindeki çocuğa ihanet etme, o korku sadece içindeki çocuğa ait. Unutma gök gürültüsünden, ağaçların korkunç gölgelerinden ve karanlıktan seni koruyup sana sarılan içindeki çocuktu, korkunu gösterdiğin insanlar değil. İçindeki çocuğa iyi bak, kaybetme onu sonra hayatın boyunca korktuğunda sana sarılacak bir el, sığınacak bir liman bulamazsın. Ali Abi yüzünde kocaman bir gülümsemeyle "sen büyüdün de mimar mı olacaksın? Daha avcum kadardın şimdi büyümüş de benim ofisimde çalışacakmış senin yerin her zaman hazır fıstığım senin adına çok sevindim" işte Ali Abim ya candır can. Orada oturmuş konuşulanları dinliyor arada bir Selma ile göz göze geliyor ve sinirlerim kendini belli ediyordu. Orada yaklaşık 10 dakika kadar oturup üzerime dikkat çekmemeye çalışarak yerimden usulca kalkıp her gece yatmadan önce olduğu gibi kendime bir bardak su aldım. Yüzüme sahta bir esneme edası vererek "bu gün çok çalıştığım için başım ağrıyor, ben yatsam iyi olacak herkese iyi geceler" diyerek ortamdan ayrılıp kapının arkasına geçtim. Alkol aldıkları için beni fazla takmamışlardı. Konuştukları konu siyasetten başka bir şey değildi. Benim için oldukça sıkıcı anne ve babam için çok heyecan vericiydi. Tam kapının ardından ayrılıyordum ki duyduğum ses kulaklarımın paslanmasına sebep oldu. "Eylül'de kendinden fazla emin. Yani bir insan kendine bu kadar güvenmemeli sonuçta hayatta kaybetmekte var. Ayrıca Eylül'den daha iyileri de var ne malum kazanacağı yani beni yanlış anlamayın ben Eylüllün iyiliği için söylüyorum hayal kırıklığına uğramasını hiç birimiz istemeyiz sonuçta öyle değil mi?" o ses sakin ol Eylül sakin ol seni çıldırtmaya çalışıyor sakin ol "1,2,3,4,5,6 BEYİNSİZ" sinirlerimin yatışması için içimden sayı saymayı deniyordum ama sinirli olduğum zaman içimden sayı saymak beni daha çok sinirlendiriyordu. Bir dergide okumuştum sakinleşmek için içimizden sayı saymamız gerekiyormuş. Nasıl yani sinirden geberiyorum ama ben durmuş bir iki üç diye sayı saymayı deniyorum. Asla Selma'nın saçlarından tutup onu yerde sürüklemek istemiyorum asla Selma'dan nefret etmiyorum asla Selma'yı boğmak istemiyorum. Kendi kendimi yerken duyduğum cümleler beni bir bataklığın içine çekmekten başka hiçbir şeye yaramıyordu. "Eylül'ün şu sıralar kafası çok karışık. Uzun süredir Eylülü izliyorum hedeflerinden şaşmış durumda 1 hafta önce dershaneden aradılar dersten kaçmış ve bazı derslerde de sürekli ya kitap okuyor ya da uyuyormuş. Selma haklı bir yerde, mimarlığın puanı yüksek ciddi bir disiplin istiyor bence de Eylül kendine biraz fazla güveniyor Eylülün mimarlık hedefine ulaşacağına dair umutlarım günden güne azalıyor. Bu son birkaç gündür onunla konuşmaya çalışıyorum fakat Eylülün daha da raydan çıktığını görüyorum. Kendini bir an önce toparlamazsa Eylülü çok daha zor bir hayat bekleyecek" baba? Gerçekten mi? Selma'nın yanında mı? daha fazla konuşulanları dinlemeden gözlerimden yaşlar süzülerek odama gidip kapıyı kapattım. Yatağıma yatıp ellerimle yüzümü bastırarak ağlamaya başladım. Tamam kabul ediyorum bu hafta çok fazla dağıtmıştım ama bunlar bizim aramızda kalmalıydı. Bunlar bizim sorunlarımızdı. Babam Selma ile olan sorunlarımı biliyor ve buna rağmen Selma'nın yanında benim için böyle konuşabiliyordu. Ailem, babam bile düştüğümü görüyor ve üzerime bir tekme atmaktan çekinmiyordu. Aileme bile düştüğümü göstermemeliydim ama ben bir şeyleri saklamaktan çok yorulmuştum. Her zaman ağlayarak rahatlayan biriydim. Yine başımı dizlerimin üzerine koymuş rahatlayana kadar ağlamıştım. Saatin kaç olduğunu, konuşmaların üzerinden ne kadar geçtiğini hatırlamıyordum. Telefonumu elime alıp Cihandan gelen 20 cevapsız aramayı gördüm. Toparlanmak zorundaydım. Yalım'a çocukluktan beri deli gibi aşık olduğunu biliyordum. Onu yalnız bırakmak istemiyordum çünkü o Yalım'ı görünce eli ayağı birbirine dolanan saçmalamaya başlayan bir deli aşıktı. Ben yanında olduğum zaman kendini daha iyi kontrol edebiliyordu. Onu yadırgamıyordum onu anlıyordum bu yüzden ne olursa olsun yanında olacaktım. Mesajlara girerek hızlıca Cihan'a yazmaya başladım. "uyuya kalmışım 5 dakikaya oradayım" yalanım ne kadar destekliydi bilmiyorum ama bahane düşünecek bir vaktim yoktu. Dolabımdan bej rengi boğazlı kazağımı ve siyah kot pantolonumu alıp üzerime giydim. Kahverengi saçlarımı tepeden bir at kuyruğu yaparak göz altlarıma kapatıcı sürdüm. Siyah botlarımı ayağıma giydikten sonra hazırdım. Odam evin arka kısmında kalıyordu bu da benim pencereden kaçmamı daha da kolaylaştırıyordu. Zaten evimiz tek kattan oluşuyordu ayağımı pencereden çıkarttığım an dışarıdaydım. Odamın kapısını kilitleyip kilitlememe arasında kaldım. Daha sonra elime küçük bir kağıt alarak "odama girmeyin uykum çok hafifledi en ufak sesten uyanıyor daha sonra uyuyamıyorum." Odamın kapısını açarak yazdığım notu kapımın önüne bıraktım. Gece uzun geçecek gibi görünüyordu bu yüzden içim rahattı. Kapıyı kapattıktan sonra her ihtimale karşı kapımı kilitledim ve ışıklarımı kapattım. Pencereyi açıp dışarıya çıktıktan sonra pencereyi kapatmak yerine odamda duran perdeye uzanıp perdeyi çektim. Hızlı adımlarla oradan uzaklaştım. Cihanla evlerimiz 2 sokak kadar ötedeydi. Hızlı adımlarla yaklaşık 5-10 dakikada evindeydim saat yavaş yavaş 10'a geliyordu. Cihanın kapsına geldiğime nefes nefeseydim. Derin nefes alarak nefesimi kontrol etmeye çalıştım. Üstümü başımı kontrol ettikten sonra kapıyı tıklattım. Kapı saniyeler içinde Cihan tarafından açıldı. "oha be kızım kapı da mı bekliyordun" "sonunda gelebildin uyuya kalma saati mi şimdi?" kolumdan tutup beni içeri çekerek kapıyı kapattı. Selen Teyze benim geldiğimi duyunca mutfaktan çıkarak kapının yanına geldi. "Eylülüm hoş geldin kızım" diyerek iki yanağımdan beni öptü. Selen teyzeye kendimi hep yakın hissetmişimdir. Cihan benim çocukluktan bu günlere getirdiğim bir arkadaşımdı. Ben Cihanın nefes alış verişinden, bakışlarından bir şeylerin yolunda olmadığını anlayabiliyordum. Ben Cihanı tanıyordum, anlıyordum, değer veriyordum. Biz yıllarımızı birlikte geçirmiştik ama Cihan beni tanıyan bir yabancıydı. Cihan beni hiç anlamadı. Ben biri tarafından anlaşılmak istedim hep. Cihan beni dinlemedi hiç. Ben Cihanın yaralarını sararken Cihan benim paramparça olduğumu göremedi. Durup durup boşluğa baktığımda gözlerimin dolduğunu görmedi. Cihan benim kollarım arasında defalarca ağladı ben ise Cihana sırtımı bile yaslayamadım. Ben Cihan için onun sırtındaki yükleri kendi sırtıma yüklerken Cihan ile gülüp ağlarken Cihan benim sırtımdaki yükleri taşıyamadığımı anlamadı hiçbir zaman. Ben hiçbir zaman acılarımı, yaralarımı, kaldıramadıklarımı Cihanla taşımadım, hep kendim ezilip durdum yüklerimin altında. Ben Cihanın kolları arasında hıçkıra hıçkıra ağlamadım hiç. Her zaman soğuk banyo mermerleri şahitti gözyaşlarıma. Cihan benim hıçkırıklarımın sesini hiç duymamıştı. Ben hep duyulmayı bekleyen bir gürültüydüm aslında. Bunca yılını geçirdiğin, anılarının sahibi yaptığın insanın sana yabancı olurken senin onu ezbere bilmen kadar insana koyan bir şey yok. Cihan benim söylediğim yalana inanmıştı. Ağladığımı farkında bile değildi tek istediği bir an önce oraya gitmekti ben onun umurunda bile değildim. Ben onun gözünde akıp giden bir yağmur taneciğiydim. Ben, yıllardır anlaşılmaya çalışan bir yabancıyım şu dünyada. Selen teyze kendime göre Cihana yanlış davransa da Selen teyzeyi seviyordum. Selen teyzeye sarıldıktan sonra "hoş bulduk incir güzelim" dedim. Selen teyze incire bayılırdı. Sabah akşam saat fark etmeden incir yiyebilirdi. Selen teyze bana güldükten sonra klasik konuşmasını yapmaya başladı. "Eylülcüm saat 11 dedi mi evdesiniz" 11 mi? saat zaten 10:30 oluyordu. "ama Selen teyze saat zaten 10.30 olmak üzere acaba o saati 11:30 yapsak nasıl olur? Lütfen Selen teyze lütfen nolur bak söz yarın test kitaplarından başımızı kaldırmayacağız" Cihanın koluna vurarak beni desteklemesini sağladım. "evet anne gerçekten bak söz saat 11:30 dedi mi evde olacağız. Yarın ful test çözeceğiz söz" Selen teyze biraz düşündükten sonra "tamam ama saat 11:30 dedi mi evdesiniz bir dakika bile gecikirseniz bir daha buna izin vermem" Cihanla sevinçle birbirimize sarılırken Cihanla aynı anda "söz, kardeş sözü" diyerek sevinç çığlığı attık. Ah be Cihan keşke benim içimdeki acı çığlıklarını da duyabilseydin. Cihanla bizim küçüklükten beri izin koparıp söz vermemiz gerektiğinde kullandığımız cümleydi bu. Yani size verdiğimiz söz kardeşliğimiz kadar güçlü demekti. Aile sözüydü verilen söz. Bir kardeşlik üzerine edilen bir yemindi bu söz. Çıkmaz yolların açıldığı doğmayan güneşin doğduğu, imkansızlıkların gerçek oluşunun sözüydü bu söz. Selen teyze "hadi hadi daha fazla oyalanmadan gidin" diyerek bizi evden kovdu. Cihanla evden çıkıp dışarıya adımımızı atıp Selen teyze kapıyı arkamızdan kapatır kapatmaz. Cihan üzerindeki kot pantolonun düğmesini açmış aşağıya indiriyordu kocaman gözlerle ona bakakaldım ki "saçmalama altımda elbise var bu kılıkla dışarıya çıksaydım annem şüphelenirdi" diyerek üzerindekileri tek tek çıkarmaya başladı. Cihanın elbisesine baktığımda gözlerim fincan taşı kadar açılmıştı. Bacaklarından yaklaşık 2 karış kadar uzunluğu olan, siyah üzerine yapışık bir elbiseydi. Kısa olan elbisenin sol tarafında kasıklarından ucu ucuna boşluğu olan bir yırtmaç vardı. Kısa olan elbise yırtmaçla daha da kısa görünüyordu. Elbisenin derin bir göğüs dekoltesi vardı. Uzun sarı saçlarını maşa yapmıştı. Dudaklarında kırmızı bir ruj vardı. Kirpiklerindeki maskara yeşil gözlerini daha da belirgin bir hale getirmişti. Şok olmuş bir şekilde ona bakarken Cihan etrafında dönerek "nasıl olmuşum" dedi. "Cihan?" "Eylül? Hadi ama mızmızlık yapmanın zamanı değil bu akşam her şey çok güzel olabilir" diyerek beni kolumdan çekiştirmeye başladı. O gece Cihanın gözlerindeki ışığı yüzündeki heyecanı görebiliyordum. Heyecan korkutucudur çünkü. Ne kadar heyecanlanırsan o kadar acı çekersin. Elimi Cihanın elinden kurtarıp "sadece bir buluşma herhangi bir özelliği yok üzerinde duran kıyafet yüzünde olan makyaj bir bar için fazla dikkat çekici." Cihan ellerini beline koyarak "herhangi bir özelliği yok mu? Sana Yalım'ında orada olacağını söylüyorum ve sen bana herhangi bir özelliği yok mu diyorsun?" "hayır öyle bir şey söylemiyorum sadece üzerindekiler daha özel ortamlarda giyilecek giysiler olduğunu söylüyorum bu kılıkla oraya gidersen rezil olmakla kalmaz dalga konusu olursun." Bunu söylerken sesimin yükseldiğini farkında değildim. Şimdi istemez miydiniz Cihan ile sokak ortasında kavga edelim Ne de olsa yapmadığımız şey değil. "üzerimdekiler gayet güzel sen bana karışamazsın ben bu şekilde gideceğim. Hem sen bana laf söyleyeceğine kendi kılığına baksana, bara kot pantolon ve kazakla mı gelinir? Sen Doğukan seni neden aldattı sanıyorsun? Senden daha çekici kızlar varken neden sana baksın ki? O nefret ettiğin Selma var ya senden daha güzel daha çekici ve daha akıllı. Sen o yüzden Selma'dan nefret ediyorsun çünkü sende eksik olan ne varsa onda var. Selma senden daha komik daha eğlenceli, bir baksana sen kendine senin bileklerin bile çirkin sen eksiksin Eylül. Sırf Doğukan yanında eksik birini istemedi diye onu suçlayamazsın." Gözlerim yanıyordu. kalbim bir kapıya sıkışmış ve kimse fark etmemiş gibiydi, herkes kapıyı kapatmaya devam ediyordu. Oysa ben sıkışmıştım, kendim çıkamıyordum kaçamıyordum, benim kurtarılmaya ihtiyacım vardı. Kapıya sıkışan kalbimi kıstırmanıza canımı acıtmanıza gerek yoktu. Sadece arkamı döndüm ve koşarak geldiğim yollardan ağlayarak geri dönmeye başladım. Dudaklarım titremeye nefes alış verişim değişmeye başlamıştı. Bağırmadım, çağırmadım her zaman yaptığım gibi sadece arkamı dönüp sessizce ağladım. İşte ben böyleydim; sessizce ağlardım, sessizce kırılırdım, sessizce parçalanırdım, sessizce bağırırdım ve sessizce arkamı döner giderdim. Benim gürültüm sessizliğimde saklıydı. Tüm insanlar benim çığlığıma sağırdı çünkü. Kimse duymadı beni, ben duyulmak istemedim hiçbir zaman, kulaklarını kapattılar bana. Ben de çekildim kenara kendi gürültümden bir sessizlik inşa ettim. Cihan arkamdan gelmedi ve ben yine yalnız kaldım her zaman ki gibi tek başıma kaldım yollarda, sokaklarda, koca bir şehirde yapayalnız. Renkli ışıklarla kaplı bir caddeye sarptım. Dans eden çiftler vardı, renkli ışıkların altında. Bir daire oluşturmuşlardı ve dairelerin etrafına koyulmuş, içinde ateş yanan tenekeler vardı. Yanağıma süzülen yaşlar arasında onlara bakıp acı bir tebessüm ettim. Dans eden çiftler dairenin ortasındaydı. Bir zamanalar tanıdık olduğum bakışlarla birbirine bakan çiftlerdi bu çiftler. Bir ateşin etrafında dans ediyorlardı ama unuttukları bir şey vardı çok küçük bir kıvılcım koca bir yangına sebep olabilirdi. O kıvılcım her an bir yangına dönüşebilirdi ve o çiftler bir yangının içinde ateşle dans ediyor olacaklardı, birlikte el ele. Belki de aşk, ateşin için de el ele dans etmekti, belki de aşk birlikte yanabilmekti belki de aşk, kül oluncaya dünya duruncaya dek ruhların bir ebediyete karışmasıydı. Devam ettim yürümeye, içki şişeleri ile kaldırıma oturmuş insanlar gördüm. Balonunu uçurduğu için ağlayan bir kız çocuğu gördüm. Gözleri gözlerimle buluştuğunda gözleri gözlerime çok benziyordu. Onun da gözleri ıslaktı benim de. Küçük kıza tebessüm ettim ve tebessümüme kocaman gülerek gözünden son bir damla yaşın düşmesine sebep oldu. Yalnız olmadığını hissetmiş gibiydi acısını paylaştığını sanan masum bir kızdı. Çocukluğuma benzettim onu, o da balonunu uçurunca çok ağlardı. Oysa aklına büyüdüğünde bir balon olmak isteyeceği gelmezdi. Bir gün onun da her şeyi bırakıp uçup gitmek, kaybolmak isteyeceğini bilemezdi. Küçük kızın gözlerine bakarak içimden "ağlama küçük kız bir gün o balon olup uçmak isteyeceksin uçup kaçmak ve kaybolmak isteyeceksin bu dünyadan" dedim. Sonra küçük kızın yanına elinde yeni bir balon olan babası olduğunu tahmin ettiğim bir adam geldi. Az önce gözleri ıslak olan küçük kızın gözleri ışıl ışıl parlıyordu. Ne garip gidişiyle ağlatan, varlığıyla güldüren bir şeyi sevmek. Karşımda duran açık hava barına gitmek için ayaklandım. Nereye gidiyordum? Ne yapıyordum? Burada ne işim vardı? bilmiyordum. Bir bilinmezliğin ortasında kaybolup gidiyordum. Tahta renginde olan bar sandalyelerinden birini kendime doğru çekerek yuvarlak bar büfesinin etrafına oturdum. Birkaç adam vardı yuvarlak büfenin etrafında Kimisi kapüşonunu başına geçirmiş arkasında bıraktığı yangına kadehini kaldırıyor, kimisi barmen ile şakalaşıp gülüyor, kimisi de yarınlar yokmuşçasına içiyordu. Ben mi? ben de büfenin ortasına oturmuş hüngür hüngür ağlıyordum. Ağlayamadığım tüm anlara ağlıyordum, sustuklarıma ağlıyordum, koca bir denizin içinde yandığıma ağlıyordum. Ben yok oluşlarıma bir daha olmayacaklara ağlıyordum ben yanmış küllerime ağlıyordum. Mavi loş ışık göz yaşlarmı kapatıyordu tıpkı yara bandının yarayı kapattığı gibi. Ne kadar süre orada oturup ağladım bilmiyorum. Ağlamaktan gözlerim yanıyordu. Barmen eliyle bana işaret edip ona bakmamı sağladı "güzelim Karadeniz'de gemilerin mi battı?" uyuşmuş yüzümle hiçbir mimik yapmadan "yok be güzelim sefere çıktılar" dedim. Barmen söylediklerime ufak bir tebessümle cevap vermiş ardından "ben burada ne ağlayanlar ne acı çekenler gördüm bir bilsen" dedi. Ona dönüp "peki sonra?" "ne sonra?" derin bir nefes alıp konuşmaya devam ettim. "sonra ne oldu o acı çekenlere? Acıları yok olmuş mu? Yaşamaya devam etmişler mi?" barmen ellerini birbirine geçirerek yüzünü yüzüme yaklaştırıp konuşmaya başladı. Yüzünü yüzüme yaklaştırmasıyla bir çift tanıdık gözle karşı karşıya geldim. İri ela gözlerini ela gözlerime dikmiş bir şekilde konuşmaya başladı " bak adın ne bilmiyorum şuan neden bir barın ortasında ağlıyorsun bilmiyorum. Hayat seni nerelere savurup durmuş bilmiyorum ama bu hayatın benim kafama vura vura öğrettiği şeylerden biri, gitme zamanı gelen herkesin ihanet edeceğidir. Ve unutma ki gitmekte aşka yapılan bir ihanettir." Yüzünü benden uzaklaştırarak bar bardaklarına biraz tekila doldurdu. Tekila dolu olan bardağı tüm gücüyle masadan kaydırarak karşıma gelmesini sağladı. Bana göz kırparak "ve hikayenin devamında şöyle oluyor ihanet" cümlesini bitirmesine müsaade etmeden "hikayenin sonunda demek istedin herhalde?" bana acı bir tebessümle gülüp gözlerimin içine bakarak konuşmaya başladı "bak küçük kız, dünyaya gözlerini açtığın itibaren senin hikayen başlıyor. Sadece sen bu hikayenin nasıl olacağını, hikayenin hangi konulardan oluşacağını seçiyorsun. Sen yanındaki kalbindeki kişiyle plan kurarken hayat senden onu bir gün içerisinde alabiliyor. İşte küçük kız hayat ile hikayenin arasındaki fark bu. Sen hikayenin konusunu seçersin hayat ise kendi istediği konuyu senin hikayenin bir parçası yapar. Sen hikayenin bittiğini sanırsın sonuna geldik dersin bu son sayfa son cümle dersin ama hikayen devam ediyor olur. Eksikliklerle devam eder o hikaye bazı yarım kalmışlıklarla hayatın senden çaldıklarıyla, sonra bir ömür hayata küfreder durursun çünkü anlayamazsın, hayatın senden aldıklarını aslında senin hayata verdiğini, anlayamazsın. O yüzden küçük kız o hikayelerin sonu toprakta saklı. Bedenin bu dünyada olduğu sürece hikayen devam ediyor olur. Bu son cümle son sayfa dediğin an hayat sana yeni bir sayfa açar. Ve unutma ki hayat senin hikayene senin kağıdına ve cümlelerine dokunuşlar yapabiliyor. Bu yüzden hikayenin devamında ihanete uğrayan herkes ihanetine ihanet ederek alkolü acılarına merhem kullanıyor." Ve sessizlik konuşmuyor sadece birbirimize bakıyorduk. Karşımda acıdan içi yanan bir adamla karşı karşıya duruyordum. Gözlerindeki acı acımasızlığın acısıydı. Canının yandığı çok belliydi fakat gözlerindeki acı bana bir zamanlar kendi gözlerimdeki intikam ateşini yansıtıyordu. Daha fazla gözlerine bakamayınca oturduğum yerden hızlıca kalkarak koşarak oradan uzaklaşmaya başladım. kalabalık sokakların içine daldım. Kalabalık sokaklarda kaybolmak ve bir daha bulunmamak istedim. Yürüdüm yürüdüm ama bir şey fark ettim az önce geçtiğim sokak ile şuan yürüdüğüm sokak birbirine benziyordu. Arkamı dönüp etrafıma bakınmaya başladım. kayıp mı olmuştum? Neden aynı yere çıkmıştım? Tekrar bu sokağa nasıl saptığımı düşünürken burnuma tanıdık bir koku geldi olduğum yerde donup kaldım. Bu kokuyu duymayı çok özlemiştim. Koku burnuma gelince gözlerimi kapattım. Kalbim acı çektiğini farkındaydı. Her şey acı çekmem için ayarlanmıştı sanki. Bu koku benim canımı acıtıyordu. Bu kokuyu duyunca benim kalbim sıkışıyordu benim kalbim bu kokuda paramparça oluyordu. Paramparça kalbimin parçalarını süpürgeyle süpürüp bir tarafta topluyordum. Bu kokuyu ise her duyduğumda bir tarafa topladığım parçalarım tekrar darmadağın oluyordu. O anlığına tüm dünya sustu, herkes yok oldu, zaman durdu ve anılar canlanmaya başladı. Anıların canlanması için insanların ölmesi gerekirdi. Herkes ölmüştü, herkes yok olmuştu ve film canlanmaya başlamıştı. Ne zamandır kendimi sıkıyorum bilmiyorum. Kaç gündür kendimi oyalamaya çalışıyorum bilmiyorum. Yarama merhemi nerede nasıl kimlerle arıyorum bilmiyorum. Neye ihtiyacımın olduğunu bilmiyorum. Yaşıyor muyum bilmiyorum. Nefes alıyor muyum bilmiyorum. Tüm bilinmezlikler arasında bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğim. Hiçbir şey bilmeyişim beni yakıyor ve kimse beni görmeden ben yanıyorum. Keşke bir ZÜMRÜDÜ ANKA olsam ve ben de küllerimin arasından yeniden doğsam. Koku arkamdan geliyordu. Arkama dönecek cesareti kendimde bulamayınca olduğum yerde yere çöküp oturdum. Bir süre orada öylece oturup kaldım. Bir sürü insan geçti gitti yanımdan bir sürü yüz benim öylece yerde oturuşumu izledi durdu. Onlar beni ben yeri izledim. Onlar sessizce oturan beni izledi ben ise zihnimdeki filmi. Omzumda bir el hissettim korkuyla irkilerek yerdeki başımı karşıya dikleştirdim. Şuan bana bunu yapamazdı. Yanıma gelmemeliydi. Omzuma dokunmamalıydı. Başımı yukarıya kaldırıp umutlarımın yıkılması bir oldu. Az önceki barmen çocuk elinde bir bardak su ve su tuttuğu elinin boş kalmış parmaklarına sıkıştırılmış telofonum ile tepemde durmuş dikiliyordu. Korku dolu gözlerle bana bakarken boş kalan eli ile beni yerden kaldırmaya çalıştı. Elindeki suyu bana uzatarak "iyi misin? Başın mı döndü? Sen gitmemiş miydin?" barmen sorularını üst üste sıralarken suyu ara vermeden içiyordum. Suyu içtikten sonra barmeni incelemeye başladım. Gözleri onun gözlerine çok benziyordu. Beni yerden kaldırmasıyla burnuma vuran tanıdık koku beni tekrar sarhoş etmişti. Kokusu onun kokusuyla aynıydı. Sanki evren onu benden almış ve yerine ona benzeyen bir adamla beni karşılaştırmıştı. Suyumu bitirdikten sonra derin bir nefes alıp konuşmaya başladım " kayboldum sanırım. Buradan gittiğimi sanıyordum yürüdüm yürüdüm sonra kaçtığım yere tekrar geri döndüm. Biraz panik yapınca yere oturup sakinleşmeye çalıştım. Sonrasını biliyorsun zaten" barmen ellerini beline koyarak "bu yol ikiye ayrılıyor. Sağa saparsan başladığın yere yani bara geri dönersin. Sola saparsan yeni bir sokakla tanışırsın." "hayatım gibi mi barmen? Ben de hep sağa sapıyorum belli ki. Yerimde dönüp dönüp duruyorum." "bence edebiyat yapmayı bırakalım. İyi ki sol sokağa sapmadın o sokak oldukça karışıktır. Kaybolma riskin çok yüksektir o sokakta. Buradan çıkmak istiyorsan neden geldiğin yöne dönerek yürümedin ki? Sadece küçük bir bardak tekila vermiştim." Diyerek benimle dalga geçti. Onun esprisine karşılık vermeden "geldiğim yönden geri dönmedim çünkü kaybolmak istedim. Ayaklarım beni bir kalabalığın ortasına itti. Ben de ayaklarıma uyum sağlayıp kalabalığın içinde yalnız kalmayı seçtim. Fakat kaybolmayı bile başaramadan tıpkı hayatımda da olduğu gibi yine başladığım yere dönüp durdum." "bu akşam iyi olmadığını görebiliyorum. Ama bu heyecanları yaratmak yerine köşene çekilip ağlayabilirisin. Sana son bir barmen tavsiyesi verip işime döneceğim yoksa başkalarına barmen tavsiyesi verecek bir barmen olmayacak. Bak küçük kız kaybolmak istiyorum diye edebiyat yapmaktan vazgeç. Çünkü nereye gidersen git, nereye saklanırsan saklan, istersen hiç bilmediğin sokaklara sap, kafandaki düşüncelerde kaybolmuşsan sokaklarda bedenini kaybetmen hiçbir işe yaramaz. Kaybolmuş olmazsın, çünkü zaten kayıpsındır. Bilmediğin sokaklara sapıp bedenini kaybedince zihnindeki düşüncelerden kurtulmuş olmazsın. Evine dön ve ağla küçük kız. Bebeklerde ağlaya ağlaya büyür. Baksana bebekler yürümeyi öğrenirken her adımlarında yere düşerler ve ağlarlar. Sonra yine denerler yürümeyi ve yine düşerler. Ve yine ağlarlar ve o gün gelip düşmeyi kabul edip düştüklerinde kanayan dizlerinin acısına alışınca ağlamaya da alışıyorlar. Biraz yara bere dizler, biraz göz yaşı ve biraz zamanla o ağlayıp zırlayan, dizleri kanayan bebekler yürüyebiliyorlar. Sonra koşuyorlar ve yine düşüyorlar, yine ağlıyorlar. Sonra koşmadan yürümeye çalışıyorlar, düşmemek için. En yavaş adımlarla yürüyen bir bebeğin önüne küçük bir lego parçası çıkabiliyor ve tekrardan yere düşüp dizleri kanayabiliyor. Evet yine ağlıyor ama artık o bebek büyüyor. Göz yaşlarını da yaralı bereli dizlerini de kabul edip seviyor. Sen de şuan yürümeyi öğrenmeye çalışan bir bebeksin. Göz yaşlarınla, yaralı dizlerinle yeni tanışıyorsun. Alışmak zaman ister küçük kız. Göz yaşlarına ve yaralı dizlerine alıştığın zaman büyümüş olacaksın. Ve her büyüyüşünde hayat senin önüne küçük bir lego parçası çıkaracaktır. Ve sen yine düşmüş yine ağlıyor olacaksın fakat bu sefer kanayan dizinin kanı ile dizine şekiller çiziyor olacaksın. Sonra o kanla çizilmiş şekillere dövme diyecek ve dizindeki yarayı dövme ile taçlandıracaksın." Barmenin söyledikleri suratıma soğuk su gibi çarpmıştı. Belki de gerçekten ben yürümeyi öğreniyordum. Bu sefer düz yolda değil alav alev yanan, dikenler ve lego parçacıklarıyla dolu bir yolda yürümeyi öğreniyordum. Elbet alışacaktım ayaklarımdaki yaralara ne de olsa alışmakta bir çeşit acı çekme yöntemiydi. Hiçbir şey söylemeden elimdeki bardağı aldı ve "telefonunu unutmuşsun" diyerek boş kalan elime telefonu sıkıştırdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARDELEN
Teen FictionBEN BİR KARDELEN'İM, ÜZERİMDEKİ TÜM KARI DELİP ÇIKACAK KADAR GÜÇLÜ BİR KARDELEN'İM. SOĞUK BANYO MERMERLERİNDE NASIL TOPARLAYACAĞIM BEN DİYE HIÇKIRA HIÇKIRA AĞLAYAN, KAYBOLMUŞ SOKAKLARDA BULUNMAK İSTEYEN, KÜL OLMUŞ BİR ORMANIN İÇİNDE CANLI KALMAYA ÇA...