Ruhumu kaybetmiş gibi,

15 3 0
                                    

Yüzüme çarpan soğuk hava, dükkanların ve sokak lambalarının sokağı renklendiren ışıkları, hem nefretinden hem özlediğinden tir tir titreyen bedenim. Sırtım depar atarak çıktığım barın dış duvarlarına yaslanmış dururken, kalbimi sakinleştirmek için ümitsizce çabalayan beynim.

Kulağıma acı dolu gelen o müziğin son dizesini değiştirerek kalbimi ve beynimi alt üst eden Jungkook'un ne gözlerine ne kendisine bakmaya dayanamamıştım, bünyem kaldıramayacak seviyeye gelmişti artık. Bulunduğum ortamdaki oksijen akciğerlerime yetmezken, koşar adımlarla dışarı atarken bulmuştum kendimi.

İhtiyacım vardı bu soğuk rüzgarların yüzüme yüzüme çarpmasına, belki de kaçmaya ihtiyacım vardı buradan, tekrar. Ama asla uzaklaşamıyordum da barın dibinden. Adımlarım ilerlemiyor, olduğum yerde mıhlanmış bir şekilde kalmama sebebiyet veriyordu. Gitmeyecektim, sadece biraz nefes almak için dışarı çıkmıştım. Ne kadar kendimi kandırmaya çalışsam da gitmek istemiyordum henüz, henüz olmazdı. Göğsüm öyle delice çarpıyor ki, bırakmak istemiyor şimdi tekrar bulmuşken diğer yarısını ruhum.

Cebimden çıkardığım paketten bir dal alıp dudaklarımın arasına yerleştiriyorum, paketi cebime tıkıştırırken barın kapısının açılmasıyla şıngırdayan zilleri duyuyorum tekrar, bakmıyorum. Ancak çakmağımı almak için elimi ceketimin cebine attığımda kaldırıyorum kafamı.

Kaldırıyorum ve onun yanımda durup dümdüz karşıya bakan yan profilini görüyorum.

Kafamı kaldırıyorum ve gökyüzüne bakmakta olan bedenin, geceye yakışan siyah saçlarını görüyorum.   

Kafamı kaldırıyorum ve bedeni ne kadar büyüse de asla soğuğa dayanamadığından hafif hafif titreyen ellerine, tırnaklarını geçirmesini görüyorum.

Anlayabiliyordum, peşimden koşma belki de gidişimi izlemek için çıkmıştı dışarı. Şimdi ise korkuyordu dönmekten, bana bakmaktan. Ama gelmişti işte bir kere, artık kaçışımız yoktu. Bu gece ya bir şeyler ya da sadece ben yıkılacaktım. İçimde yükselen kıvılcımlar ve gerginliğim ise bunun olacağının temennisini verir gibiydi bana.

Çakmağımı alıyorum, başını eğiyor. Oynuyorum biraz, sonra elimi tekleterek açıyorum kapağını; tırnaklarını avucundan çekiyor. Baş parmağımı çakmak taşına sürtüp kıvılcımın alevlenmesini seyrediyorum, küçük seslere duyarlılığı olduğunu bildiğimden beklediğim gibi başını istemsiz sese doğru çeviriyor; fakat sonra durup, yeri izlemeye devam ediyor.

Elimi siper ederek dudaklarımın arasındaki dala doğru götürüyorum çakmağı, rüzgardan dolayı oldukça hareketli olan alev iç dünyamın bir yansıması gibi. Tutuşan dal ile çakmağı cebime dikkatsizce atıp derin bir nefes çekerek gözlerimi tekrar yüzüne çıkarıyorum. Hareket etmiyor, bir put gibi duruyor yanımda. O put gibi, hareketsiz olan beden bile onca şey anlatıyor ki bana, saatlerce bu şekilde dursak yorulup dinlenmek istemez bacaklarım. Böyleydik biz, konuşmamız gerekmezdi çoğu zaman. Varlığımız bile yeterdi birbirimize, yetiyordu yani eskiden.

Yine yabancı değildik, tanıyordu her zerrem onu. İki yabancı gibi dursak da dışarıdan, en iyi onu tanıyordum. Yıllar hiçbir şey götürmemişti bizden. Sadece biz gitmeyi seçmiştik, bizden.

Ya da o seçti, ben ise inandığım kadere boynumu eğdim.

Doğru mu yapmıştım peki, şimdi düşünüyorum; aşk değil miydi uğruna savaşılması gereken? Bir aşık olmak savaşçı olmayı da gerektirmiyor muydu? Neden gitmemiştim peşinden, sadece gidişini izlemiştim bir filmin son sahneleri gibi? Neden ben de ayrılmayı seçmiştim bu şehirden, ülkeden? Her şey daha farklı olabilir miydi ki? Nasıl yalvarmıştı ama kalbim bana, nasıl yalvarmıştı uzuvlarıma hareket etmesi için. Ama ben nasıl da görmezden gelmiştim onu. Peki ya aklım? Aklımda nasıl dolanmıştı o düşünceler. Ama ben yine görmezden gelmiştim onları. Çırpınmamıştı bile kanatlarım ben süzüldüğüm gökyüzünden yere çakılırken.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: May 22 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

at the bar [tk]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin