Krem rengi triko hırkamı sağ koluma geçirirken duvarda asılan saate bakıyordum. Neredeyse gece yarısı olmak üzereydi ve Jungkook beni görmeye geliyordu. Bu saatte onu eve davet edemeyeceğim için dışarıda buluşmak için hazırlanmıştım.
Hırkamı giydikten sonra telefonumu masadan alıp sessiz adımlarla odamdan çıktım. Annem ve babam yarım saat önce yatmıştı ve bu yüzden uyanmalarını istemediğim için merdivenleri parmak uçlarımda yavaşça indim. Dış kapıya ilerlerken koridorun penceresinden içeri sızan ay ışığı bana yol gösteriyordu.
Telefonumu eşofmanımın cebine sıkıştırdıktan sonra dolaptan spor ayakkabılarımı ve anahtarlarımı aldım. Olabildiğinde yavaş hareketlerle kapının kolunu indirirken istemsizce nefesimi bile tutmuştum. Abartıyordum. Kimse bu kadar küçük sesi duyamaz ve uyanamazdı. Ama paranoyak kişiliğim beni biraz olsun yalnız bırakmıyordu.
Dışarı çıkıp kapıyı kapatmadan önce ayakkabılarımı hızlıca giydim. Jungkook muhtemelen az sonra burada olurdu. Ve bunun düşüncesi bile heyecandan karnımı ağrıtıyordu. Son birkaç haftadır gizli saklı da olsa onu istediğim zaman aramak, görmek, öpmek o kadar huzur veriyordu ki, daha önce bu duyguları tadamamış olmam canımı sıkıyordu. Ama tabi tek canımı sıkan şey bu değildi. Özellikle Rosé'nin sözlerinden sonra içimdeki huzursuzluk iyice artmıştı. Çünkü benim yanımda duracağına emin olduğum arkadaşım bile bana sırt dönmüştü ve bu durum kendimi gerçekten berbat bir arkadaşmış gibi hissettirmişti.
Lisa'nın bunları öğrendiğini bile hayal edemiyordum. Etmek istemiyordum. Çünkü küçük çaplı bir kıyamet kopacaktı ve bizim arkadaşlığımız, belki de sonsuza dek sona erecekti. Bunu istemiyordum. Çünkü onu seviyordum. Lisa çok uzun süredir arkadaşımdı ve birbirimizle çok şey paylaşmıştık. Acılarımızı, sırlarımızı, mutluluklarımızı.. Ne olursa olsun kestirip atamazdım. Bu yüzden bir şekilde onunla bu konuyu konuşup olayı tatlıya bağlamalıydım. Sadece nasıl yapacağımı bilmiyordum.
Kapıyı yavaşça örtüp bahçeden çıktım. Sarı sokak ışığı evimin caddesini boylu boyunca aydınlatıyordu. Siyah, demir bahçe kapısından dışarı çıkıp sokağın yukarısına doğru birkaç adım attım. Hava neyseki çok soğuk değildi, yoksa üzerimdeki hırkayla şu an titriyor olabilirdim.
Telefonumdan saate baktıktan birkaç dakika sonra ayaklarımın biraz ilerisinde duran siyah Mercedes kocaman gülümsememe neden olurken ellerimi heyecanla birbirine dolamıştım. Jungkook arabayı durdurup şoför kapısını araladığında hızlı hızlı atmaya başlayan kalbim nefeslerimi sıklaştırmıştı. Onun yanında böyle hissetmek öyle güzeldi ki..
Jungkook'un parlak, boncuk gözleri benimkilerle buluşunca o tapılası gülüşü de ay gibi doğmuştu yüzünde. Ben de otuz iki diş sırıtmama engel olamamıştım. Sanki on dakika önce ağlamak üzere olan ben değilmişim gibiydi.
Jungkook kapıyı çarpıp hızlı adımlarla yanıma ulaştığında hiç vakit kaybetmeden kollarımı omzuna ve boynuna doladım. Onun kolları da belime sarılmış ve güçlü bedeni kolaylıkla ayaklarımı yerden kesmişti. Onu görmeyeli uzun bir zaman olmamıştı ama özlemimden yanıyordum. Yanındayken bile özlüyordum.
Kulak memesinin altına narin bir öpücük kondurup sağ elimi saçlarında gezdirdim. Şu an vücudum sadece onun bedenine temas ediyordu, ayaklarım bile yerde değildi ve bunun verdiği duyguyu tarif bile edemezdim.
Yüzü salık bıraktığım saçlarıma gömülmüştü. Ve kulağımın yanındaki dudaklarından "Seni çok seviyorum." sözleri tekrar tekrar dökülüyordu.
Kollarımı daha sıkı bedenine sardım. Mutluluktan ağlayabilirdim. Öyle huzurlu hissediyordum kendimi.
Az sonra beni yere bıraktığında yüzünü yüzüme yanaştırıp dudaklarıma masum bir öpücük kondurmuştu. Benimse ellerim hala onun geniş omuzlarındaydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
fuck it, i love you ℘ jenkook
Fanfictionsiktir et, seni seviyorum. kim jennie, fizik öğretmeni yüzünden hiç hoşlanmadığı jeon jungkook ile yıl sonu proje ödevini yapmak zorunda kalır. [ texting + düz yazı ©elynesia, 2021 ]