skyland

180 22 10
                                    

Kaç.

İçgüdüsü ayaklarını hareket geçirmek üzereyken kulak tırmalayan ince çığlıkların peşinden büyük bir gürültü koptu, sıcaklık ani bir artışla etrafına sıçrarken gözleri acıyla yanmaya başladı, tüm uzuvları inanılmaz bir baskı altında kasıldı. Gördüğü görüntüler arasına yanık kokusu karışırken hayır diye mırıldanarak diz çökmek üzere olduğunun bilincinde değildi, yalnızca görebiliyor ve gördükçe de acıyabiliyordu. Göğsündeki ağırlık nefeslerini kesintiye uğratırken panik hali tüm vücudunu zangır zangır titretiyor, uyanan hayatta kalma isteğine karşın tek düşüncesi acısına dönüşüyordu. Kaybettiğinden ziyade verdiği kayıp canını acıtmakla yetmiyor içgüdüsüne karşın büyük bir direnç göstermesini sağlıyordu.

Tanıdık bedenlerin kaçışını izlerken odağını yitirmişti, büyük açıklıktan yükselen dumanlar gözlerini yakıyor, nefesini kirletiyordu. Sıcaklığı yuvası belleyen beden için alışık olmadığı bir durumdu, ne yapması gerektiği konusunda cahil ve etrafında gelişen olaylar karşısında kayıtsızdı. Evini, zehirlenmek pahasına hayatının yegane yapıtaşıyla yok eden abisinin oluşturduğu cani tablo içerisinde bildiği her şeyi yitiriyordu.

Acı bir haykırış dudakları arasından koparken yaşlar sicim sicim yanaklarından süzülüyordu. Dayanma gücünü tamamen yitirmek üzereyken alevlerin yoğunluğuyla çatırdayan yüksek binadan yalpalayarak çıkan bedeni gördü, bu babasıydı. Tüm gücüyle yaralı bedene doğru koştu, yanına vardığında kızıl saçlarının arasından süzülen kanın bir gözünü kapadığı, sağ omzundan başlayan derin yaranın neredeyse kolunu götürmek üzere olduğu, bir ayağını çekerek ilerlemesini sağlayan yaralarını daha yakından gördü. Sağlam kolunun altına girerken babasını ilerlemek üzere olduğu doğrultudan tam tersine doğru çevirmeye çalıştı, dudaklarından dökülen çaresiz yalvarışlara gözyaşları eşlik ediyordu. Yaralı babası tarafından durdurulana kadar çabalamaya devam etti.

"Abin seni bulmadan önce kaçmalısın." dediğinde hızla karşı çıktı babasına, seni bırakamam derken ağlamaya devam ediyordu. "Bu bir istek değil, bu bir emir. Kaç Jeno." Hayır diye haykırdığı esnada vücudu büyük bir güçle itildi, koş nidasını duyarken savrulduğu yerde doğruldu. Ağaca sertçe çarpan vücudunun sızlanmalarıyla ilerlemeye çalışırken karşısına çıkabilecek olası tehlikelere karşı tetikteydi. Üzerindeki tek silahını sıkıca tuttuğu hançeri göğsüne yaklaştırırken yaşlarla bulanıklaşan görüşü zorlanmasını sağlasa da ağaçların arasına girip yolunu kaybettirmek için ilerlemeyi sürdürdü. Arkasına dönüp bakmak istiyordu fakat görecekleri onu korkutuyordu, geniş açıklığı örten yeşil büyük yapraklı ağaçların arasına girebilene dek korku altında ezildi, babasını son kez görmek için döndüğünde ciğerleri dahi acı içindeydi. Kalp atışları etrafındaki her sesi bastırırken dumanların arasındaki silüetleri dikkatlice seçmeye çalışıyordu, çok geçmeden babasını ve onun yanındaki abisini gördü. Koyu kırmızı harelerin içindeki öfke bir diğerindeki derin hüzünle karşılaştığında büyük bir haykırış koptu. Abisi adını bağırdığında hedef haline geldi, ormanın arasına karışırken korkusu yerini çaresizliğe bırakıyordu.

Başının hemen yanından geçerek kulağında tiz bir ses bırakan kurşun sağ tarafındaki geniş gövdeli ağaçlardan birine denk geldiğinde yanan kaslarına aldırmadan daha da hızlandı. İzini kaybettirdiğini düşünerek hata yapmıştı, peşindeki askerler onun tuzağına takılmamışlardı. Ormanın sonuna, topraklarının başladığı yer olarak kabul edilen kıyıya, kayalığa yaklaşmıştı, bundan sonrasında daha açık hedef olacaktı. Hançeri dışında kendini savunmasını sağlayacak bir silaha sahip değildi, uzak mesafede kesinlikle avantajsız konumdaydı. Çevreyi düşünerek kendini kurtarmanın bir yolunu arıyordu, başının üzerinden geçen kurşun önündeki ağacı bulduğunda düşünmeye yetecek vakti olmadığını anladı. Gecenin içinde ilerlemekten başka çaresi yoktu.

Kayalığa girdiğinde durmadı, taşlar ayakları altında eziliyor, sisin yoğunluğu artarken dolunay yolunu aydınlatıyordu. Arkasından gelen adım seslerini duyabiliyordu, on beş kişiye yakın olduklarını tahmin ediyordu, ağaçların arasına geri dönmeyi dahi düşünürken yarım daire oluşturacak şekilde konumlanmış koyu kırmızı zırhlı askerleri fark etti.

"Varis Lee Jeno'nun ulu Solori* Lee Young Ho'nun huzuruna çıkması, hanedanlığın töre ve geleneğini korumak üzere verilmiş emirdir. Emre itaatsizlik karşısında varis hain muamelesi görecektir."

Ortadaki asker bir dizi üzerine çökerek beyanı seslice okuduğunda sağındaki ve solundaki askerler silahlarını doğrultmuşlardı, hedefleri varisti. Teslim olması seçenek dahilinde değildi, elindeki mührü sıkıca tutarken niyetini hatırladı. Mühür ondaydı, lider oydu. Yaşadığı sürece halkı ona bağlılık duyacaktı, abisi mührü elde etmediği sürece hanedanlık tarafından kabul göremeyecekti. Gücünü yitiremezdi, ölürken mührü de beraberinde götürerek kemikleriyle toprağın arasına karışıp yok olmasını sağlayacaktı. Korkusunu yitirmişti, ne yapması gerektiğini biliyordu. Bu bilinçle yapacaklarından çekinmedi, güçlü adımları geriye dönüktü. Amacı anlaşıldığında kurşun yağmuruna tutuldu, gözleri kapanırken kurşunlardan biri omzuna isabet etmişti.

Alevlerin ortasında doğan kargaşanın daha da büyüyerek hanedanı etkisi altına aldığı esnada liderin mührü, yüzüğü, elinde tutan Fabris halkının varisi Lee Jeno, on ikinci dolunayda topraklarından kaçtı. Irkının başladığı kabul edilen kıyıdan, sisin altında ayın ışığına onun kutsal bedeninin yaydığı ışık eşlik etti. Genç lider ihanetin tadını tattı, kanıyla sınandı, bedeni gecenin kurbanı olurken yüzünde huzuru anımsatan bir ifade vardı, korudum diye düşünüyordu. Babamın yemini korudum.



***

selamlar.

yeni bir evren fakat esintili yeni bir evren, üzgünüm bu kurguyu yazmasam çatlayabilirdim.

beğendiğinizi umut ediyorum, ilk bölümde görüşmek üzere.

oy ve yorum atmayı unutmayın. kendinize dikkat edin. ✌🏻

solori, febris ırkının lideri.*

warrior from the skyland -nominHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin