Yüzümde sevdiğimin nefesiyle uyandım az önce; beni kollarına almış, bir şeyler sayıklıyor. Ne diyor diye dinlemeye çalıştım... Kendi kendine homurdanan yaşlı bir dededen farkı yok. Koyu renk perdelerin ardından bile güneşin parlaklığını görebiliyorum. Kuş cıvıltıları geliyor kulağıma uzaktan. Güzel bir gün olacağını hissediyorum. Benim de içimde kuşlar cıvıldıyor. Uyandırmamaya çalışarak, gerindim yattığım yerde. Dünkü koşudan sonra her yerim ağrıyor. Bu kadar zamandır ilk defa dün akşam birlikte koştuk. Son olsun dedim kendi kendime, ben yine yalnız koşmaya devam edeyim. Ne zormuş yanındakinin hızına uyum sağlamak, aradaki mesafeyi tutturmak, bu sırada dengeyi korumak! Ben hızlanırken o yoruluyor, ben yorulurken o hızlanıyor...
Ne diyorum ben. Biz kac defa tökezledik bu hayatta sadece yürürken, kaç defa kalktık düştüğümüz yerden. Bu sefer kalkamayacağız dediğimizde bile birbirimize elimizi uzattık; birbirimize dayanarak, her seferinde daha da güçlü bir şekilde kalktık. Yine düştük belki, belki yan yana yürüdüğümüz sürece hep düşeceğiz. Ama kalkacağız da. Bu kollar beni sardığı sürece biz hep kalkacağız.
Sözümü geri alıyorum o yüzden. Kolay mı geldik biz bugünlere? Fırsat bulduğumuz ilk zamanda yine birlikte koşacağız. Zorlanacağız, yorulacağız, durmak isteyeceğiz, ama devam edeceğiz.
Şimdi anladım ne mırıldandığını. Geç kalacaksın diyor. Hayatım, bugün pazar. Sanki pazartesi olsa kendi geç kalmayacak. Günleri şaşırıyor artık...
Hiç çıkmak istemiyorum kollarının arasından. Ama bir güzellik yapıp, kahvaltı hazırlayacağım.Ne yapacağımı kafamda planlayarak, birkaç dakika daha sıcacık yatağımda kalabilirim. Kuşlar da ne güzel ötüyor. Bahçede yapalım mı kahvaltımızı? Homur, homur, homur... Eğer masayı dışarı çıkartırsan, söz, çay doldurmak için seni hiç mutfağa göndermeyeceğim. Homur, homur, homur... Sabah sohbetimiz güzel başladı.
Artık bu cennetten çıkıp, masal prensimin hazırladığı cennette kahvaltı hazırlama vakti geldi...
Bahçe en büyük zevki. Hafta sonları çıksın dışarı, eksin, biçsin... Gübresini kendisi yapıyor, çimini biçiyor, tohumunu ekiyor, güllerini buduyor... Sabah kahvaltıdan sonra çıkıyor, içine sinene kadar bahçede vakit geçiriyor. Ben de çayımı alıp, şezlongda kitabımla keyif yapıyorum. Yaz aylarında burada kahvaltı etmek kadar huzur verici bir şey yok. Elinin, gözünün değdiği her yer cennet.
Masayı da ben çıkartıyorum dışarı. Prens bozmasın uykusunu. Annemin aldığı lila rengi masa örtüsü üzerine yine annemin aldıgı beyaz kahvaltı takımını yerleştiriyorum. Annemin artık kullanmadığı ve bana verdigi yeşil ve mor kahvaltılıkları çıkartıyorum. Biraz seçici bizimki, her şeyi yemez; illa sağlıklı olacak. Sucukmuş, sosismiş, gördüğünde kızar babam gibi. Domates ve salatalıkları büyük mor tabağa koyuyorum; yanına taze nane, maydonoz, roka ve dereotu koyuyorum, bayılacak! Biraz zeytinyağı da damlatmak isterdim ama sevmiyor bizimki. Beyaz peynir küçük yeşil tabağa. Zeytin beyaz tabağa. Yeşil ve kırmızı biber de közleyeyim. Annemin yaptığı çilek reçelini çok sevmişti, biraz balla ondan da koyayım. Tatlı hiç sevmez ama kahvaltıda illa reçel ve bal ister. Yumurtayı nasıl yapsam acaba... Peynirli maydonozlu omlet mi yapsam, yoksa rafadan mı... Kalksın artık o da ama, çay demlendi. Çay bardakları nerede? Madem daha kalkmadı, benim sevdiğim gibi, bardakta içecek bu sabah çayını, kupada değil.
Ekmekleri kızartmaya başlayayım. Gidip uyandırayım da yüzünü yıkayıp sofraya otursun prensim. Hayatımın şansı, kalbimin sesi, ruhumun aynası...
Uyanıyorum aniden. Yüreğimde ince bir sizi, gözümde minik minik yaşlar... Geriye bıraktığı tek şey, böyle güzel anılar
