"Son ayrılığımızdan sonra, her şeyin bittiğini kabullenme çizgisini beklediğimden hızlı aştım. Yani en azından, o zamanlarda aştığımı düşünüyordum. Sen varken gitmediğim kulüplere gidiyor, ertesi gün rezalet bir baş ağrısı yaşayacak kadar çok içiyor, üniversitemin ilk senesini kendimce 'eğlenceli' bir hale getiriyordum. Şimdi geri dönüp bakınca yaşadıklarımın kendime bir şeyleri kanıtlamak için yaptığım ucuz ve aptal eylemler olduğunu fark ediyorum. Ve evet, sadece bunlar hakkında düşünmek bile yüzümü kızartıyor.
Başka bir yaşamı ziyaret edişimin ilk anı, yine kendimi kaybedecek kadar içtiğim gecelerden birinde yaşandı. Bir atı bayıltacak kadar alkol aldım. Zaten üç biradan sonra peltekleşmeye başlayan bedenim için iyi bir karar değildi bu ama... sen de biliyorsun ki iyi kararlarımla tanınsam zaten şu anda kapının diğer tarafında olurdum."
Grace başını çevirip kapıya baktı, boğumları soğuktan kıpkırmızı olmuş parmakları kapıya dokunduysa da ne bir ses ne de bir hareket vardı.
"Neyse. İçtim, içtim ve bir şekilde parti verilen evin koridorlarından geçip kendimi bir odaya atabildim. Kapıyı kilitlediğimi ve bilerek yan yattığımı hatırlıyorum. Kötü kararların efendisi olarak anılmak beni o kadar çok üzmese de kendi kusmuğunda boğulan kız olarak anılmak üzerdi çünkü. Yattım, gözlerimi kapattım ve... tekrar açtığımda bir ormandaydım.
Önce korktum, birinin yanı başımda olduğunu fark edince irkildim ve kaçmak için geriye doğru hareket etmeye çalıştım ama yanımdaki kişi kollarımı öyle sıkı kavramıştı ki kıpırdayamadım. Sırtımdaki ıslak çimenleri hissediyordum. Havadaki kuş seslerini... Ciğerlerim temiz toprak kokusuyla bayram ediyordu ve başımda bir ağrı vardı ama geceden kalma gibi değildim.
"İyi misin?" dedi beni kavramış olan kişi. Başımı ona çevirdim, eğer o kadar şaşırmasaydım kesinlikle gülerdim. Pelerine benzeyen bir kıyafet giymişti. Tam karnından kuşakla bağlanmış olan bu kıyafetin altında çok bol, eşofmana benzeyen bir altlık vardı. Kıyafetleri yer yer yırtıktı, çekik gözlerinin olduğu yüzü is içindeydi ve bana saf bir endişeyle bakıyordu.
"Ne oluyor?" dedim zar zor. Kendimi absürt bir tiyatro oyununun sahnelendiği bir ormanda bulacak kadar sarhoş mu olmuştum? Rüyada gibi hissetmiyordum, bir ihtimal ölmüş olabilir miydim? Ölmüş ve cennet ve cehennem arasındaki ormana mı gelmiştim? Eğer öyleyse, cennet ve cehennem arasındaki ormanda neden bir Asyalı vardı?
"Yüce Maitraya...* Kafanı gerçekten kötü vurmuş olmalısın."
Adam kollarımı bıraktığında dirseklerimle yerden kuvvet aldım ve doğruldum. Başta ağaçlar dönse de ardından tekrar iç içe geçmişlerdi. Gözlerimi sabit bir noktaya dikmeye çalıştım, bu da karşımdaki adamın yüzü oluyordu. Gözleri üzerimde dolaşırken kaşlarımı çatsam da içimde karşımdaki adama karşı engel olamadığım bir güven duygusu vardı. Sanki önceden tanıdığım biriydi, nasıl olduğunu açıklayamıyordum ama obiliyordum. Sol kulağına dokununca huylanacaktı ve bir şekilde sabah gördüğüm ilk yüz olacaktı.
"Maitraya... bu ben miyim?"
Adamın yüzü vücudundaki tüm kanı mucizevi bir şekilde tek bir cümlemle çekmişim gibi bembeyaz kesildi. Başını hafifçe salladı ve anlayamadığım bir şeyler mırıldanıp yere tükürdü.
"Sadece neler olduğunu değil, öğretileri de mi unuttun? Sana söylemiştim Yoon. Kaç kere yaparsan yap, Maitraya ile dalga geçmek komik değil."
Dongmin muhtemelen anlatmaya devam edecekti, Maitraya'nın tek umudumuz olduğunu, o gelene kadar en azından etrafa göz kulak olmamız gerektiğini, Tanrı'ya en yakın olan kişilerin adını ağzıma bu kadar kolay almamam gerektiğini söyleyecekti. Daha önce defalarca yaptığı gibi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YEDİ
Ficção Adolescente"Sana altı hikaye anlatmaya geldim. Altı farklı yaşamdan. Altı farklı yaşamımdan, her defasında seni nasıl bulduğumdan, nasıl sevdiğimden ve nasıl kaybettiğimden bahsetmeye geldim." Yedi sene önce ayrıldığı eski sevgilisi Grace'i bir akşam kapısınd...