"Baba?! Evde misin?" Stiles'ın sesi ev içerisinde yankılandı. Bir süre cevap gelmesi için bekledi. Sadece 1-2 saniyeydi ama bu zaman bile onu boğmuştu. Bacağını sabırsızca sallayıp, sertçe nefesini bıraktı. Biraz daha bekledi. "Baba?" Cevap yoktu. Dış kapıyı kapatıp, salona girdi. Giriş kattaki odaları hızlıca kontrol etti. Mutfağı geçip üst kata çıkacakken dolaba yapıştırılmış notla duraksadı; "Bu gece yokum. 2 ceset daha bulundu. Parrish'i kontrol etmem gerek." Kimeralar. Farkında olmadan kağıdı avucu içerisinde buruşturdu. Boğazına yapışan onlarca sorun vardı.
Merdivenleri hızla çıktı ve odasına daldı. Üzerindeki ıslak kıyafetleri kirliye atarken, titrediğini fark etti. Yağmur altında kalmıştı. Ama titremesinin sebebi sadece bu değildi. Vücudunun buz kesmesini sağlayan şey birkaç cümle ve bakıştı.
"Öldürmek zorunda mıydın? Ama bu şekilde olunca bir yerde nefsi müdafaa olmaktan çıkıyor."
"Scott bana inandığını söyle."
"Stiles, kurtarmaya çalıştıklarımızı öldüremeyiz."
"İnandığını söyle." Scott'a doğru adımladığını hatırlıyordu ve elinde tuttuğu demire kısa bir bakış atıp, bir adım gerileyen Scott'ı. Gözlerindeki ifadeyi unutamıyordu. Çekici kafasına indirecekmiş gibi kendisinden irkilişini aklından silemiyordu.Çenesine giren ani sızıyla dişlerini kırarcasına sıktığımı fark etti. Gözlerinden akan yaşları elini tersiyle silerken, ağlamasını durdurmaya çalıştı. Yaşananları sindiremiyordu. Donovan'ın ölümüne sebep olmayı kaldıramıyordu. Allison'da olduğu gibi değildi. Kendindeydi, bilinçliydi. Kendi canını ve babasını korumak için savaşmak zorunda kalmıştı. Zorundaydı. Ve Scott'a başka çaresi kalmadığına, o demirleri bilerek düşürmediğine ikna edememişti. En yakın arkadaşının ona güvenmemesi en büyük yarası olmuştu.
Ayrılmadan önce babasına anlatmasını söylemişti. Stiles dediğini yapmak için eve gelmişti. Scott'ın bir şekilde onu anlayıp, yanında olacağını ve bu işi birlikte çözeceklerini düşünüyordu. Ama o, babasına gitmesini söylemişti. Haklı diye düşünmüştü. Eve gelirken ve babasını ararken, yapması gerekenin bu olduğunu düşünüyordu. Yatakta oturmuş babasının numarasıyla bakışıyordu. Scott'ın bakışları ve sözlerini hatırlayınca, bu fikirden vazgeçti. Aynı bakışları babasından görmeye asla dayanamazdı.
Birini araması, anlatması, dinlenmesi; birinin ona inanmasına ihtiyacı vardı. Daha kendisi bile ne yaptığını bilmezken, bilecek birisi olmalıydı. Ne yaptığını bilecek. Ekranı kaydırdı. Gözleri oradaki tek bir isme takıldı; Derek Hale. Saçmalık diye düşünüp, telefonu kapattı ve yanına bıraktı. Aylardır onu görmüyordu. Nerede olduğu ve ne yaptığı konusunda da haberleri Scott'tan alıyordu. Onu bu şekilde arayabilir miydi? Bu kadar yakınlar mıydı? Sayamadığı kadar çok kez hayatını kurtarmış, ona yardım etmiş ve birlikte savaşmışlardı. Aynı sürüden sayılırlardı, değil mi? Onu araması garip olmazdı. Hayır, gayet doğaldı. İçten içe Derek'in onu dinleyeceğini hissediyordu.
Telefonu alıp, numarayı ararken ikinci defa düşünmedi. Yoksa vazgeçebilirdi. Ve çağrıyı sonlandırmaması için Derek'in telefonu hemen açması gerekiyordu. "Hadi." diyerek, alnını ovuşturdu. Yerinde duramayıp kalkarken; "Lütfen." diye fısıldadı kısık sesle. Bu sırada telefonun cevaplandığını duymamıştı.
Derek'in pürüzlü ve şaşkın sesini duydu; "Stiles?" Stiles derin bir nefes verdi. Neden rahatlamıştı anlamıyordu, daha ona olanları anlatmamıştı bile.
"Derek, hey." dedi, nefes verip gülerken. Neden güldüğünü de bilmiyordu. Sanki düştüğü çukura bir el uzanmış gibi hissediyordu. Ama bunların hiçbir anlamı olmamalıydı, en azından şimdilik. Çünkü Derek sadece Stiles demişti, daha hiçbir şey duymamıştı bile. "Ee, vay canına aylar oldu he?" diye geveledi. Bir yandan da odasında volta atmaya ve saçlarını karıştırmaya başlamıştı. Bakışlarını yerden çekemiyordu. "Nasılsın?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
My Desperate Choice | Sterek
WerewolfStiles telefonu parmakları arasında çevirmeye devam etti. Çevirdikçe parlak ekran karanlık odasını ve yüzünü aydınlatıyordu. Parmakları hızlıca hareket ediyordu ekranda. Sinirle bastırıyordu parmaklarını. Ve aynı sinir, hırsla telefonu kapatıp yatağ...