BAŞLANGIÇ

610 17 9
                                    

Sesine sağır, binlerce sesin oluşu,onu intikam denen bu gürültüyü koparmaya iten en büyük etkendi. Çünkü intikam; sağır kulakların dahi duyabilecegi bir etkiye sahipti. Bu yüzden biliyordu ki ; O,intikam denen bu gürültüyü kopardığı zaman, herkesin kulağı ona kesilecekti. Ancak; bu küçük çaptaki kıyametin bir zamanı vardı. Nasıl ki; yeryüzü, İsrafil'in surâya üfleyişiyle kopan bir kıyamete tabiyse, onunda etrafındaki sağır sesler, ruhunda ki şeytanları yok etmesiyle küçük bir kıyamete tabi olacaktı. İşte sonların başlangıcıda burada başlıyordu. Evet,sonlarda bir başlangıçtı ve insanlar bu başlangıca henüz hazır değildi..

Esmila...
Bütün renkleri siyahla öldürmekten hiç çekinmeyip, siyahın vücut bulmuş hâliydi. Öyle ki; aklı her rengin adını unutmaya yüz tutmuşken, O, siyahın tüm tonlarını çoktan hafızasına kazımıştı bile. Siyaha, bu denli tutkun olan genç kadın, bu renkten doğma her şeye de bu kadar tutkundu.

Tezatları üstüne giyerken yaşamı, O soluk beyaz tenini siyahla renklendiriyordu. Oysa bedenini ele geçiren, iç sesleri buna karşıydı. Çünkü; onlar renk olarak, renksizliği benimsemişti...
Bunlar varolurken hayatında genç kadının, O hızlı adımlarla 13.sokağa doğru ilerliyordu. Sokak; mahalleden metrelerce uzakta olmasına rağmen, Esmila burayı uzun zaman önce kendine mesken edinmişti. Sokağı bu kadar sahiplenişinin en büyük nedeniyse, hiç kuşkusuz, sokakla aynı kadere ortak olmaktı. Onlar yalnızlık denen facianın yıkımına maruz kalmışlardı. 13.sokağın varlığı Esmila dışında herkes için yoktu. Zaten Esmila'da orada tanışmamış mıydı¿? Ruhunda ki küçük Şeytancıklarla. Sokak öylesine sessizdi ki, neredeyse insan, toprakta ki cesetlerin,cehennemde ki haykırışlarını duyabiliyordu ve sokak cesetlerden cok daha kotu kokmayi iyi biliyordu. Üstelik sokağın girişindeki, üst üste dizilmiş taşlar, Esmila'nın bedeninde ürperme etkisi yaratıyordu. Çünkü; taşlar ağaçların gövdesini geçmeye planlı birer duruşa sahipti. Taşların ürpertisini, tuhaf ötüşe sahip kargalar devam ettiriyordu. Bu kuşlar, yılın belirli zamanlarında 13.sokağa uğrayıp sokağın ağzı olmaya meyilli bir tavırla ötüşlerini sergilerdi.

Öyle ki; bu kargalar baştan aşağı tuhaflık temsili olarak yaratılmışlardı. Çünkü; ötüşleri, kulakların zarını patlatmaya uğraşırken, gözlerindeki içe çekiş insanı hayattan koparmaya yeminliydi. İnsan,bu hayvan sözcüğü adı altında göç yapan yaratıklara bakarken korktuğu gibi, onlardan bir an önce kurtulmak istiyordu. Oysa, Esmila ne kadar da çok istemişti onlardan birini yakalayıp, eve götürmeyi. Ancak; bu imkânsızdan daha imkânsızdı. Çünkü; bu yaratıklar, kendi türüne oranla daha yüksekten uçuyordu. Sebepsiz hiçbir şey yoktu bu hayatta. Elbette Esmila'nın da bu kuşları yakalamasının mutlak bir sebebi vardı. Şayet; bu kuşlar, 13.sokak dışında hangi sokağa uğrarsa uğrasın, kural her sokakta aynıydı. Bir kimse kuşlardan herhangi birini yakalayıp, kanadından bir tüyü koparırsa hayatı boyunca mutluluğa kucak açacaktı. Oysa,Esmila mutluluğun anlamını bilmesine rağmen, bu kelimeyi hiç tatmamıştı. Çünkü; ruhunda ki küçük şeytancıklar, mutluluğu acıyla bastırmayı çok iyi biliyordu.

Ve O; delicesine mutsuzluk denizinde boğulurken, ruhunda ki şeytancıklar adetâ onu daha da dibe batırmak için uğraşıyorlardı. Sadece tek bir tüy tanesine ihtiyacı vardı. Ve bundan daha da acı olan; Onun hayatında tek bir tüyün bile imtihanının olmasıydı. O bu sınavı geçmeye çalışırken, herkes ona yardım etmemekte direniyordu. Bu yüzden Esmila, bir direnişin ortasında yeni bir direniş yaratmaya mecbur bırakılmıştı. Eğer, tüy tanesine kavuşabilirse bu lanet düzen sona erecekti ve o kendi devrimini gerçekleştirmiş olacaktı. Ama bu kuşları yakalamak düşüncesi bile Esmila'yı zorluyordu. Çünkü; kuşlar, metrelerce yüksekten uçtukları gibi durmayı daha keşfetmemişlerdi bile. Sadece şiddetli bir şekilde, gökyüzünde süzülüyorlardı.

Mayıs ayının on beşinci günü; sokak ve gökyüzünü de içine dâhil ederek, kendilerini bu kuşlara adardı. Kuşlar daha kanat çırpmaya bile başlamadan, Esmila 13.Sokağa adımını atmış olurdu. Bu kadar korkutucu yaratıkların süzülüşünü hayranlıkla izlerdi. Süzülüşün ardından bir yıl geçmişti. Ve Kuşlar gösteri için kanatlarını hazırlarken, Esmila'nın yatağından fırlamasıyla kendini kahvaltı masasında bulması bir olmuştu. Aslına bakılırsa bu masaya, kahvaltı masası demek için en az bin şahit gerekirdi. Ne de olsa, bu masayı sadece geceden kalma içki şişesi, aylar öncesinden alınmış, küflenmeye meraklı peynir, kurtlarıyla yaşamaktan mutlu iki elma süslüyordu. Masa bu kadar az yükü taşımanın verdiği gururla, elmalardan daha mutluydu. Masanın hemen sağ köşesindeki buzdolabıysa, içinin boş oluşunun rahatlığını duruşuna yansıtıyordu. Sandalyeler oturma görevini üzerinden atmanın sevinciyle, kırık ayaklarına dâhi aldırmıyorlardı. Aslına bakılırsa mutfakta, Esmila dışında her varlık mutluydu. Çünkü; Onun mutluluğu, bir karga yakalayıp, tüyünden nasibini almakta gizliydi. Kafasında yakalayış için tuzak planlarını çizerken, tokluğu bedenini kahvaltıdan kalkması için uyardı. Böylelikle hiçbir şey yememenin tokluğuyla masadan kalkıp, salona doğru, okuma kitabını almak için adım attı. Okumak; onun için her şeydi. Zaten O, bedenini yemek yerine okumayla doyuruyordu. Salonu; şehrin en büyük kütüphanesini geçmeye ant içmiş kadar kitapla doluydu. Ve kütüphanenin, sessizliğiyle de yarışacak sessizlikte bir salona sahipti. Salon bu kadar kitabı alacak genişlikte olmasına rağmen, bünyesine bir kaç eşya sığdıramamanın zıtlığını yaşıyordu. Salona girildiğinde karşı sol köşede, iki koltuğun karşılıklı oturduğu, ortalarına bir masanın atıldığı görüntü vardı. Sağ köşe üst üste dizilmiş kitaplara rezerveliydi. Evin her odası, rutubet kokularına sıkışmış, her duvarıysa yüzünü farklı renklere açmıştı. Bu odalardan, salon tercihlerden en uzağı, siyaha açmıştı yüzünü. Salonun duvarları; rutubetten daha keskin, siyah kokuyordu. Elini her sürdüğünde, siyah renk olmaktan çıkıp, eşsiz bir hisse sebep oluyordu. Belki de, salon bu yüzden mutfaktan bile, daha az eşyaya sahipti. Siyahı; eşyalardan daha önemli bir konum sahibi yapmıştı Esmila. Öyle ki; Insan, salonda iki koltuk, bir masa ve bir de duvarda ki çerçeveler den başka kayda değer şeyin olmayışını, umursamıyordu bile. Çerçeveler; siyahla uyum içersinde olsun diye, beyaz renge sahip kare yapımındaydı. Ancak; bir çerçeveye oranla, oldukça küçük çapta olup, içlerini boşlukla doldurmuşlardı. Evet, çerçeveler boştu. Tam yedi çerçeve olmasına karşın, biri bile, bir resme yer vermemişti benliğinde. Onlar katliam dolu geçmişin görüntülerini kusmayı yeğlemişlerdi. 7 çerçeve, yedi insandı. Peki ya o insanlar şimdi neredeydi¿? Çerçevelerden bir numaralı olan, Esmila'nın annesi Mina'ya aitti. Mina; mahallenin en ünlü fahişelerinden biriydi. Ruhunu şeytana hiç düşünmeden satarken, bedenini pazarlığa çıkarmıştı. Aynı yatağı, belki yüzlerce kez farklı adamlarla paylaşmıştı. Kocası Toygar'ı aldatmanın o ilk günkü utancı, yerini aptal bir gülümsemeye bırakmıştı. Çünkü; utanç denilen kavram, bedenine ne zaman nüfuz ederse orada kalmayı çok iyi biliyordu ve Mina artık utanç kavramını bedeninden atmak istiyordu. Çünkü; ikinci çerçevenin sahibi, Kocası Toygar ondan daha utanç verici bir durumdaydı. Mina çocuklarına bakabilmek için fahişeliği bile göze almışken, Kocası Toygar ondan daha fahişeydi. Evet fahişeliğin cinsiyeti yoktu. Sadece yöntemleri vardı. Toygar kendini içkiye, kumara satacak kadar adi bir fahişeyken, Mina, kazandığı parayi çocuklarına adıyacak kadar adil bir fahişeydi. Bu yüzden; her acıyı çektiği gibi artık hiçbir şeye acımaması gerektiginide çok iyi biliyordu. Ve bunu kendinde uygulamakta üstüne yoktu. Kendine bir gram bile acımadığı gibi, O; artık acıdan zevk duyan bir mazoşist olmuştu. Bedenine ortak ettiği adamları, farklı acı yöntemleri için teşvik ediyordu. Ve herkes acının mutsuzluğuyla savaşırken, O, acının mutluluğunu yaşıyordu. Lâkin Acı; herkese eşitti ve Mina'ninda mutsuz olmasını istiyordu. Bu yüzden acı denilen bu sancı; Mina'nın gözünde Kara Cuma olarak adlandırdığı gün, yapmıştı yapacağını.

RUHUN ŞEYTANLARIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin