Yolda yürüyordum. Yeni bir ülke, yeni bir şehir, yeni bir okul. Tek başıma kalmıştım. Eski okulumda da pek fazla bir arkadaşım yoktu.
Tamam açıkçası kimsem yoktu. Kimse beni sevmedi. Bende kendimi teselli etmek için "Onlar sana layık değil." derdim. Ama anladım ki boş yere kendimi teselli etmişim. Yalnızlığa mahkum olmuşum bir kere. "Daha ne kadar uğraşsam boşuna." diye düşünüyorum şimdi.
Yolda yürürken bunları düşünüyordum. Çalan telefon sesi ile kendime geldim.
Daniel: efendim anne.
Annem: oğlum nerdesin sen? Saat kaç oldu eve gel artık.
Daniel: tamam anne 5-10 dakikaya evdeyim. Merak etme.
Annem: tamam oğlum dikkatli ol olur mu? Yabancı yer kimsenin huyunu suyunu bilmiyoruz tamam mı oğlum?
Daniel: tamam anne dikkatli olurum. Birazdan görüşürüz.
Kapatınca annemin her zaman yanımda olduğunu hatırladım beni hiç yanlız bırakmayan temiz kalpli melek. Benim annem. Annem sadece beni değil bütün çocuklara karşı böyleydi. Babam öldükten sonra buraya taşınmak zorunda kaldık. Kira bedeli, elektrik ve su faturaları... Hepsi üst üste gelince artık idare etmeye gücümüz kalmadı. Fakirliğin sınırındaydık zaten. Bir de ev sahibi ile yaptığım kavga bizi evsiz bırakmaya yetmişti. Ama pişman değildim. Kirayı hem erken hem de iki katı para isteyince tutamadım kendimi.
Aklıma gelince sinirlerim tekrar bozulmaya başladı. O anı aklıma getirdim de...
Babamın ölünün üzerinden sadece 3 ay geçmişti. Kıt kanaat geçinmeye çalışıyorduk. Para sıkıntımız vardı. Okula gidip gelmek benim için zor olmaya başlamıştı. Çünkü para harcamamaya özen gösteriyordum. Annem her seferinde bena harçlık veriyordu. Ama ben harçlığın 1 kuruşunu bile harcamamıştım. (Arkadaşlar kuruş olarak yazdım fazla takılmayın.) Eve araba yerine yürüyerek gidiyordum. Geç kalınca ders uzadı falan diye yalan atıyordum. Ama hepsi annemi üzmemek içindi. Babam öldükten sonra bile bizi mutlu etmek için çalışırdı. Bende onu mutlu etmek için çalışıyordum. Onu mutlu görmek benim için dünyalara bedeldi.
Bir tatil günü annem, ben ve küçük kardeşim. Evde otururken ev sabihi geldi. Annem dışarıda ev sahibi ile konuşmak için dışarı çıktı. Annemin arkasından dışarı çıktım.
Ev sahibi: ...Bana bak kocanın ölmesi umurumda değil anladın mı? Ya söylediğim zaman söylediğim parayı verirsin ya da evimden çıkıp gidin.
Annem: bakın para sıkıntısı çekiyoruz. Bize biraz daha zaman verin. Lütfen.
Ev sahibi: oldu canım başka isteğin var mı? Sen kendini ne zannediyorsun? Zaten geçen ayın parasını geçiktirdiniz. Şimdi neyin zamanını istiyorsun. Bana bak paramı getir ya da çık git. Yoksa karışmam.
Daniel: SEN KİMSİN DE BENİM ANNEMİ TEHTİT EDİYORSUN. ADİ HERİF.
Aslında sadece göz korkutmak istemiştim ama o parmağını anneme kaldırdığını görünce kendimi tutamadım. Ev sahibine ne mi oldu? Sadece birkaç kemiği kırıldı. Mahallede abilerden öğrendiğin birkaç hareketi ev sahibinin üzerinde kullandım o kadar. Kolunu alçıya almışlar, bacağındaki kırık ciddi değilmiş ama yine de sardılar, ha bir de burnu... Sanırım kafamın sertliğine dayanamadı. Burnu kırılmış. Eee artık ölse bizi evde tutmazdı. Zaten istese de biz orada kalmazdık.
Adamın o hali gözümün önüne gelince kendimi gülmekten alamadım. Bir- iki gün içinde toplanıp buraya geri geldik. Eskiden annemin kaldığı evde kalıyoruz.
Annem yıllar önce burada yaşıyormuş. Dedem ve anneannem ile birlikte buraya gelmişler anneannem burada vefat edince büyük bir çöküş yaşamışlar. Dedem hastalanınca evin bütün yükü anneme binmiş. Dedemin emekli aylığı yetmeyince de annem babamla evlenmiş. Fransa'ya taşınıp dedemi de yanlarına almışlar. Sonra ben doğmuşum. Dedem ben daha 3 yaşındayken vefat etmiş. Babamda annemi terk etmiş. Hikayemiz buraya kadar.
....
Evin önüne geldim. Kapı hafif aralıktı. Anneme seslendim cevap vermedi. Yavaşça içeri girdim. Annem salonda koltuklardan birine uzanmış yatıyordu. Yanına gidip yavaşça uyandırdım. Gözleri hafifçe açıldı. Bana baktı. Sonra aniden ayağa fırladı. Beni ilk kez görüyor gibiydi.
Annem: kimsin sen? İçeri nasıl girdin?
Şaşırmıştım. Annem benim kim olduğumu hatırlamıyordu.
Daniel: anne benim Daniel.
Bana tanımazcasına baktı.
Annem: benim bir oğlum yok kimi kandırıyorsun sen?
Beni kolumdan tuttu ve dışarı attı. Olanları şaşkınlık ile izliyordum. Annem beni tanımıyordu, hatırlamıyordu. Bir şeyler dönüyordu ama ne?
Ben bunları düşünürken yanıma gelen kişiyi görmemiştim. Ak sakallı yaşlı bir adam arkamda duruyordu. Bana elini uzattı. Beni kaldıracağını düşünüp elini tuttum. O ise beni yere daha çok itti. Bir şeyler mırıldandı. Etraf acayip bir şekilde serinlemiş, hatta buz gibi olmuştu. Bedenim adeta kilitlenmişti. Hareket edemiyor, konuşamıyor hatta neredeyse nefes bile alamıyordum. Adam en sonunda beni bıraktı. Rahat nefes alabiliyordum artık. Tam adama bana ne yaptığını soracaktım ki farklı bir yerde olduğumu fark ettim
Tamamen fatlı bir dünya gibiydi. Her yerde kum vardı. Uçsuz bucaksız bir çözüm ortasında gibiydim. Adam tekrar arkamda belirdi. Tam onunla konuşacaktım ki adam tekrar bir şeyler mırıldanmaya başladı. Bu sefer kum beni içine çekiyordu. Saplanıyordum. Hareket edemiyor, kendimi kurtaramıyordum. Adam bana baktı ve gülmeye başladı. Nefesim kesildi, gözlerim aydınlığa veda etti. Artık ölmüştüm...