Bölüm2

23 1 0
                                    

•-•-•NAZ MULTİDE•-•-•

"Aşk Lazım" klibini canlandırarak kalkmıştım bugün. Dans ederek mutfağa gidip kahve içmiş, ardından dans ettiğim için dökülen kahveleri silmiştim. Böylede akıllıydım. Şimdiyse sandalyeye ters oturmuş gardolabıma bakıyordum. Az sonra Selim burada olacaktı.
Gardolabımdan seçtiğim siyah pantolonum, üzerinde 'ecvins' yazan siyah tişörtümü giyip ellerimi belime koydum. Sade mi olmuştu? Evet. Kapımın arkasında duran yeşil montumu da üzerime alıp siyah çantamı koluma astım. Parmağıma birkaç yüzük geçirdim. Kırmızı saçlarımı bağlayıp hoplaya zıplaya aşağı indim. Ayakkabılarımı seçmek için kapıyı açtığımda Selim'in kapıyı çalmak için yumruk yaptığı eli gözüme girmişti.

"Ah, Naz? İyi misin?"

"Hee, iyiyim. Demin elini gözüme soktuğunu farz etmezsek hala yaşıyorum."

"Ben mi dedim kapıyı çalmadan aç diye?"

"Benim büyükannem Rahibe Teresa tamam mı? Annemde büyücü. Anladım geldiğini." diye alay ettiğimde yüzünü buruşturdu.

"Haykırdım ya, nasıl şakaydı o öyle?" Makinesinin içinde olduğu çantayı elime tutuşturdu ve birden koşmaya başladı.

"Ne oluyor be!"

"Sanırım akciğerim ve karaciğerim evlendi. İçeride düğün var. Bu mide bulantısının başka açıklaması olamaz." Hızla loavaboya girdi sonra. Aslında söyledikleri mantıklıydı. Akciğer ve karaciğer. Soyadlarıda aynı hem. Ciğer.

Ellerimi iki yana sallayıp ayakkabılığa döndüm. İyice salaklaşmıştım işte. Ayakkabılığın sürgülü kapısını sürükleyip içinden kırmızı, parlak, bot gibi, topuklu ayakkabımı giydim.

•••

Telefonumda oynadığım AA oyununu kapatıp açılan tuvalet kapısına baktım.

"Akciğerle karaciğer gerdeğe de mi girdi arkadaş? Bir çıkmadın!" diye sordum sırıtıp.

"Yok ya, kırmızı kurdaleyi keserken makas kesmedi. Yüzükleri takamadılar." diyerek ayakkabılığın üzerine bıraktığım kamera çantasını eline aldı.

"Kıpırdama." diye emir verip kamerayı açtı. Flash patlayana kadar telefonumla ilgilendim bende.

"Bugün gidiyor musun hastaneye?" dedi bu sefer.

"Hayır." dedim suratımı asıp.

"İyi yapmışsın. Kaçan kovalanır kızım!"

"Ama Melih kaçanı direkt şutluyor." Cevap vermedi, sadece kamerasını koyup yanıma geldi. Bulut Cafe'ye gidecektik bugün.

•••

"Yürüsene Selim! Dolmuşu kaçıracağız!" diye bağırdım yolun ortasında.

"Boşver zaten dolmuşsa binemeyiz."

"Şakanın ırzına geçtin şuan."

Durağa geldiğimde giden dolmuşa bakıp bir küfür savurdum.

"Üzülme dönerse senindir, dönmese zaten hiç senin olmamıştır." Omzumun arkasından Selim'e bakıp bir küfür daha ettim.

"Sus Selim. Konuşma Selim!"

"Yürürüz bizde. Hem hava da güzel." diye bir öneri sundu. O sırada burnuma damlayan suyla derin bir nefes aldım. Yağmur çiseliyordu.

"Yürü Selim, yürü."

•••

Cafeye girişimiz ve en kuyru köşeye oturmamız bir olmuştu. Selim'in çenesi dişlerine çarpıyordu ve ben parmaklarımı hisetmiyordum.

"Ne oldu be size?" dedi cafenin sahibi, aynı zamanda arkadaşımız olan Arter. Selim'in yanına, benimse karşımdaki koltuğa oturdu ve elini kaldırdı.

"Buse, bize üç nescafe."

Ardından Selim'e döndü. Koltuğun arkasındaki kırmızı örtüyü aldı ve Selim'in üzerine attı sonra.

"Kanım dondu lan. Sümüğüm prizma oldu. Bu soğuk ne?" yüzümü buruşturdum ve cafeye baktım. Değişmemişti. Hiç. Yalnızca camlar ıslaktı görmeyeli. O sırada gözüm bir masaya kaydı. Ya da şöyle demeliyim, masada oturup gülen Elif ve Melih'e...

🎀🎀🎀

Buradan kitabımı voteleyen ve yorum atan, o tertemiz kalpli insanlara selam olsun! 💖 Bildirimlere baktığımda şok geçirdim. Teşekkürler bloggerlarım!

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: May 24, 2015 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

BloggerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin