YOK OLUŞ

26 10 63
                                    

2 gün önce;

Bir gece vakti yine bahçeye çıkmış yıldızları izliyordu. Bu sıralar bunu çok kez yapardı. Kafasını dolduran o kadar çok şey vardı ki. Ancak böyle rahatlıyor, kafasında ki düşünceleri bir süre yok ediyordu.

Onun adı Berceste idi. Henüz 17 yaşında bir genç kızdı. Ailesi ile yaşıyordu. Yıl 1842 idi. Bir kardeşi yoktu ama olmasını çok istemişti. Fakat kendisi bile bir mucize ile dünyaya gelmişti. Annesi ve babasının çocuğu olmuyordu. Hiçbir doktor çocuklarının olmasına ihtimal vermiyordu. Evlendikten tam 5 yıl sonra Berceste dünyaya gelmişti. Bu onların mucizesiydi. Berceste bir mucizeydi bu dünya için. Gelecek için. Belki de o olmasa herşey farklı, renksiz olurdu.

İsmini Berceste koymuşlardı. Çünkü Berceste doğduğun da o kadar güzel ve inceydi ki...

Berceste; güzel, ince ve özgür demekti. Ona isminin anlamını taşıdığı için ve özgür olmasını umut ederek adını Berceste koydular.

Berceste yıldızları izlerken aniden annesi geldi.

"Kızım yine mi dışardasın sen?"

"Evet Nahide sultan. Hava almak için çıktım."

"Üşüteceksin gir içeri hadi."

"Tamam anne sen gir ben de geliyorum." diyerek annesini gönderdi.

Uzaklarda ki sarayı seyre daldı. Acaba orada kim yaşıyordu. Merak ediyordu çünkü o kadar güzel ve kusursuz bir saraydı ki 'Kim yaşıyorsa eminim çok şanslıdır.' diye geçirdi içinden. Kimin yaşadığını yarın annesine soracaktı. Şimdilik sadece rahat bir uyku çekmek istiyordu. Eve girdi ve odasına gitmeden anne ve babasını öptü. Sonra odasına gidip yatağına uzandı. Derin rüyalara daldı, rüyadan rüyaya atladı...

***

Sabah uyandığımda içeriden mis gibi börek kokusu alıyordum. Evin dört bir yanını saran bu börek, onu fazlasıyla acıktırmıştı. Hemen yataktan fırlayıp banyoya koştu. Elini yüzünü yıkadı ve mutfağa ilerledi.

"Bu koku nedir böyle? Döktürmüşsün yine Nahide sultan. Aç olmayanı acıktırırsın sen vallahi."

"Afiyet olsun bal kızım benim. Bahçeye hazırladım sofrayı oraya geç. Bende börekleri getireyim."

"Hemen anneciğim." Dedim heyecanla. Yemek yemeyi o kadar çok seviyordum ki. Fakat 52 kiloydum. Boyumda 1.60 idi. Bahçeye çıktığım da babam çoktan masaya oturmuştu. O kadar güzel bir yerde yaşıyorduk ki. Her taraf çiçekler ve yeşilliklerle doluydu. Ağaçlarda ki meyveler ayrı hava katıyordu ortama. Belki bir sarayda yaşamıyorduk ama saraydan daha güzel bir yerde yaşıyorduk. Burası insana huzur veriyordu. Duvarlarla kaplı bir sarayda kim yaşamak ister ki. Ama yine de oranın sahibi ben olmak isterdim.

"Günaydın babacığım."

"Günaydın kızım."

"Börekler de geldi. Hadi tadına bakın bakalım." Dediğin de hemen böreğe uzandım ve yemeye başladım. O kadar güzeldi ki. Mest etti âdeta. Evet şaşırmayın bir börek beni mest edebiliyor. Hemde hiç olmadığı kadar.

"Ee bugün ne yapacaksınız." diye sordum. Çünkü babam ve annem ya tarlaya giderdi ya da evde vakit geçirirlerdi.

"Biz tarlaya gideceğiz kızım. Dilersen sende gel ama evde vakit geçirmeni isterim. Yorulma boşa."

"Yok be baba. Biliyorsun ben yorulmam."

"Bilmez miyim senden güçlüsü gelmedi daha." deyince güldük.

"Anne şu karşıda ki sarayda kimler yaşıyor."

"Orada çok soylu bir aile var. Buranın hâkimiyetini onlar sağlıyor. Bir nevi kraliyet sarayı. İsimleri Daraslı kraliyeti. Burası bile onlara ait kızım. Burayı ele geçirmek isteyen bir çok kişi var. Bunlardan en güçlüsü İglisler. Fakat Daraslıları ele geçirecek güce ulaşamıyorlar. Savaş olsa bir çok kişiyi kaybederiz ama asla topraklar onların eline geçmez ve hepsi ölür. Bu yüzden de buna cesaret edemiyorlar. Ya iglislerin kralı çok sinirlenecek halktan çıkaracak sinirini ya da o güce sahip olacak. Birinci gayet makul fakat o sinir olmadığı sürece cesareti edemez bütün adamları ölür."

BERCESTEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin