Gurur insanlar arasında sık rastlanır bir kusurdur, bence. Okuduğum büyük eserlere göre, sahiden sık rastlanıyor olmalı. İnsan doğasının gurura özellikle düşkün olduğuna ve herhangi gerçek ya da yapay erdemlerden dolayı kibirliliği olmayan kişilerin az olduğuna inanıyorum. Kibirle gurur; genellikle aynı anlamda kullanılmalarına karşın, farklı duygulardır. Bir kimse kibirli olmadan gururlu olabilir.
Gurur daha çok kendimizi değerlendirme biçimimizle ilgilidir; kibir ise, diğerlerine kendimizi nasıl göstermek istediğimizle....Jane Austen / Gurur & Önyargı
-Yıl 1967 ve bir mektupla hayatın-- küçük bir kıkırdama ile sözünü kestim. Kaşlarını çatarak buz mavisi gözlerini bana dikti.
- Bütün tomurcukların çiçek verebilmek için katıldığı amansız mücadelede; kuşların cıvıl cıvıl uçuştuğu, kelebeklerin yavaşça çoğalmaya başladığı, gün batımı kokusunu tüm kasabaya eşsiz bir biçimde dağıtan, saçlarımı usulca okşayarak esip giden, ılık meltemle birlikte gelmeye yüz tutmuş bir ilkbahar akşamıydı.... dedim, yavaşça konuşmaya özen göstererek.
- ..yıl 1967. Martın kapıdan baktırıp kazma kürek yaktırdığı o günleri geride bırakmış, nisan yağmurlarına kucak açmaya başlamıştık.Derin bir iç çektim. Yaş aldıkça çatallaşan sesim boğazıma baskı yapıyordu. Narince kapadığım gözlerimi açarak gülümsedim. İçimde yaşayan genç kız uyanmaya başlamıştı sanki. Hâlâ kuşların sesini duyabiliyor, çiçeklerin muazzam kokusunu, havanın ipeksi yumuşaklığını tenimde hissedebiliyordum.
-Dizlerime kadar gelen, küçük çiçeklerle bezenmiş beyaz elbisemle bahçeye çıktım.
Kıkırdadım.
-Tabii o zamanlar çok güzel ve göz alıcıydım. Bir bakan bir daha bakar, benimle konuşabilmek için can atarlardı....dedim yorgun çıkan sesimle.-Karpuz kollu elbisemin omuzlarını düzelterek merdivenleri indim. "Oh, Cherry! Hadi kızım acele et biraz." Kennedy'nin kahkahalar eşliğinde kurduğu cümleye omuzlarımı silkerek söylendim. "Ah deli kızlar." ve kendi kendime gülümsemeye başladım.
Şarkılar söyleyerek koluma astığım sepetle kasabanın hayal ötesi gölüne doğru yürümeye başladım. Şarkılarıma kuşlar eşlik ediyordu ve sakin bir meltemle birlikte tempo tutmaya başladık. Yemyeşil ağaçların arasından geçerek, etrafı taşlarla çevrelenmiş berrak göle vardım. Kollarımı iki yanıma açtım. Bakışlarımı gökyüzüne çevirerek derin bir nefes aldım. Çocukluğumdan bu yana yıllar geçtikçe daha da çok güzelleşen yerlerden birisiydi bu göl. Etrafı yeşilin her tonuna sahip uzun ağaçlarla çevrili, yerlere serpilmiş; papatyalar, yoncalar, kırmızı, beyaz, pembe ve birçok renge sahip laleler tarafından ele geçirilmiş bu harikulade göl, çiçeklerin ve ağaçların arasından tüm saflığı ve berraklığıyla akıp gidiyordu. Gölün birkaç metre ilerisinde eskimeye yüz tutmuş bir bank vardı. Çevresi sarmaşık bitkilerle sarılmış olan bu bank, çok eski zamanlarda büyük bir aşkı ölümsüzleştirmek için konulmuştu buraya.
Sol tarafımda kalan şeftali ağaçlarına doğru yürüdüm. Yaklaşık 7 tane olgunlaşmış şeftali ağacı vardı ve hepsinin her dalında onlarca turuncu şeftaliler vardı. Elbisemin eteği dallara takılmasın diye ekstra çaba harcayarak sepetimi dolduracak kadar şeftaliyi topladım. 4 kişilik turtamız için yeter de atardı bile.
Sarmaşıkların kapladığı banka doğru yürüdüm, kolumdaki sepeti yere bıraktım. Biraz oturup dinlenmek ve bu büyüleyici havanın tadını çıkarmak vazgeçilmez bir hazdı. Gözlerimi kapadım ve şırıl şırıl akan suyun sesine karışan kuşları dinlemeye başladım. Sağ tarafta, gölün üstündeki yoncadan suya atlayan kurbağanın sesiyle gülümseyerek gözlerimi açtım. Sesin geldiği yöne doğru döndüm, etrafı incelerken yerde, bankın hemen bitişiğinde bir paket ilişti gözlerime.