Midnight

166 17 33
                                    

 Karanlıktı. Evdeki tek ışık kaynağı stüdyo olarak kullandığı odadan sızan ışıklardı. Felix sadece mutfağın ortasında duruyordu. Aklındaki düşünceler birbirini kovalıyordu. Bütün sesler aynı anda konuşuyordu ve bu, duvarı yumruklamak istemesine neden oluyordu. Bütün sesler birbirinden berbat düşünceleri dile getiriyordu. 

 Kafasındaki seslerin artmasıyla dizlerinin bağı çözüldü. Midesi bulanıyor, başı dönüyordu. Elinden hiçbir şey gelmeden mutfak adasının yanında öylece yere çöktü. Görüşü bulanıktı. Bunu, duvardaki saate bakmaya çalışırken fark etmişti. Elinin tersiyle gözlerini sildikten sonra tekrar saate baktı. Mutfağa gelmesinin üstünden yirmi dakika geçmişti. Seslerin bütün özgüvenini yok etmesine izin verdiği, duvarlarını yıktığı, zayıf, yetersiz hissetmesini sağladığı yirmi dakika.

 Bacaklarını gövdesine çektikten sonra kollarını etrafına sardı. Bacakları olması gerekenden geniş hissettiriyordu, aynı gövdesi gibi. Vücudundaki fazlalıkları hissedebiliyordu. Garipti. Yanlıştı.

 Sesler kontrolü ele geçidi. Görüşünü, duyuşunu ve hislerini körellti. Boşluk. Hissettiği şey tam olarak buydu. Ne yapması, ne demesi, ne hissetmesi gerektiğini bilmeden öylece süzülüyordu sadece.

 'Fazlalık,' dedi sesler. 'Fazlalıktan başka bir şey değilsin. Neden birisi seni sevsin, neden seni önemsesin ki? Sen hiçbir şeysin. Değersizsin.' 

 Haklı olduklarını biliyordu. Her zaman böyleydi. Sadece kendisini kandırıyordu. Etrafındakilerin de bu oyunu devam ettirmelerine izin veriyordu. Her şey acınasıydı. O, acınasıydı. O gün başladığı şeyi tamamlamalıydı. Kurtarılmayı hak etmiyordu. Şu an yaşıyor olduğu hayatı hak etmiyordu.

 Hala yapabilirdi. Onu durduran olmazdı. Her şeyi bitirebilirdi.

 O an, boğuk gelen ses kulaklarına ulaştı. Yüzünü yalayan sıcak nefesi, omuzlarını tutup sarsan terli elleri hissetti.

 Yüzünü sesin kaynağına çevirdi. Gözleri kahverengi olanlarla buluştu. Gergin yüz, hafifçe aralık ağız. O endişeli, tedirgin gözleri tanıyordu. Onu, tanıyordu.

 Sonunda düşüncelerinden ayrıldığını fark ettiğinde gergin ifade yerini rahatlamaya bıraktı. Ne olduğunu anlamadan bir çift kol tarafından derin bir kucaklamaya çekildiğini fark etti. Güvenli yerine, sahip olduğu en büyük rahatlığa. Bir el sakinleştirmek istercesine yavaşça sırtında dolaşıyorken saçlarının arasında parmaklar dolaşıyordu. Dakikalar sonra başını rahatlamayla önündeki omuza yasladı. Altındaki beden ıslaklıkla gerilse bile tepki vermedi, nazikçe hareketlerine devam etti. Ve son bir sihirli hamleyle tamamen gerçekliğe dönmüştü; saçlarının arasına konan ufak bir öpücük.

 Bedenini geri çekti. Karşısındaki adamın gözlerine baktı. Endişe. O ifadeyi tanıyordu. Midesinin bulanmasına neden oldu.

 "Yapamam."

 Kelimeler dudaklarından yavaşça çıktı. Neredeyse fısıltı gibiydi.

 "Affedersin sevgilim, dediğini iyi duyamadım."

 Kafası karışık görünüyordu. Söylediğini gayet iyi duymuştu. Sadece zaman kazanmaya çalışıyordu.

 "Bunu yapamam. Devam edemem." bakışları yere düşerken tekrarladı kendisini.

 Aldığı cevap bir baş sallaması, cevabını kabul etmiyor.

 "Bebeğim, neyden bahsediyorsun? Ne düşündüğünü bana söyle. Bir çaresini buluruz. Hep buluyoruz, bilmiyor musun? Her şeyle yalnız başına yüzleşmene gerek yok. İzin ver sana yardımcı olayım. Lütfen."

 Sesi, kelimeleriyle yanağını okşuyorcasına nazikti. Elinden gelseydi yapardı da.

 "Hayır... Hayır Changbin. Sana da zarar veriyorum, görmüyor musun? Sen- Sen olduğun gibi mutlusun. Yaptığın şeylerden, olduğun kişiden memnunsun. Olduğun gibi mutlusun. Ama her gün benimle ilgilenmek zorunda kalıyorsun. Bir kriz geçirdiğimde ya da depresyona girdiğimde yüzünde gördüğüm o korkan, endişeli ifadeden nefret ediyorum. Berbat hissetmene neden oluyorum. Bunu artık daha fazla yapamayız. Sana bunu daha fazla yapamam."

 Dakikalar önce o durumda olmasının nedeni bu değildi. Sadece bu konuşmadan bir çıkış bulmaya çalışıyordu. Ama bu demek değildi ki az önce söylediği şeyler gerçekten hissettiği şeyler değildi. Haftalardır bunu düşünüyordu ve karşısındaki adamda yine aynı ifadeyi görmek içindeki iplerin kopmasına neden olmuştu.

"Sevgilim, benim her zaman mutlu olduğumu mu düşünüyorsun. Sence ben hiç üzülmüyor muyum? Tabii ki benim de kötü anlarım oluyor. Hepimiz insanız. Bu bizim yaratılışımızda var ve bunu değiştiremeyiz. Seni olduğun şekilde seviyorum. Seni o kadar çok seviyorum ki, azıcık kötü hissetmen bile beni kötü hissettiriyor. Parmağını bir yere çarpman bile beni endişelendiriyor. Beni deli ediyor. Ve seni tanıyorum. O kadar iyi tanıyorum ki bu halde olma nedeninin bu düşünceler olmadığını biliyorum. O yüzden lütfen, aklından geçenleri bana söyle. Bunu çözebiliriz. Birlikte."

 Ağzından çıkan her bir kelimeyi hissederek söylemişti. Biliyordu. Yüzündeki ifadeden, elini tutuş şeklinden, sözlerin ağzından çıkış şeklinden belliydi. O yüzden ona inandı, güvendi. Her zaman yaptığı gibi.

 Gözleri sonu gelmeyen yaşlarla doluyken derin bir nefes almak için dudaklarını araladı.

 Nefes al.

 Nefes ver.

 Bunun üzerinde çalışmışlardı. Düzgün cümleler kuracak kadar sakinleşmeye çalışırken bir yandan da nefesini düzene sokmaya çalışıyordu. 

 "Buraya- Buraya bir şeyler atıştırmak için geldim. Aç falan değildim sadece- internette gördüğüm bir şey çok güzel gözüküyordu. Karşı koyamadım. Ama buraya geldiğimde- gerçekten aç değildim. Bir şeyler yememe gerek yoktu, yemememeliydim. Odamıza geri dönecektim ama bana söylediklerini hatırladım. O yüzden düşüncelerimle savaşmaya çalıştım. Ama ben- ben yapamadım... Üzgünüm Bin. Denedim, gerçekten denedim ama-"

 Changbin, karşısındaki çocuğu susturup tekrar kolları arasına çekti. Tek bir kelime daha duymasına gerek yoktu. Biliyordu. Tam olarak nasıl hissettiğini biliyordu. Kendisine tekrar tekrar anlatmıştı. Kafasından geçen her bir düşünceyi biliyordu.

 O şekilde dakikalarca, belki saatlerce kaldılar. Felix bilmiyor, Changbin umursamıyordu.

 Daha iyi hissettiğini söylediğinde sevgilisi eşliğinde banyoya gitmiş, orada tekrar yalnız bırakılmıştı Felix. Bu kısa yalnızlığa ihtiyacı olduğunu ikisi de biliyordu.

 Birkaç gözyaşı daha. Ve son.

 Yüzünü yıkayıp banyodan çıktıktan sonra Changbini aramaya başladı. Önce yatak odasını kontrol etti. Orada yoktu. Salonda ve stüdyosunda da değildi. Sessiz hareket etme yeteneğine birkaç küfür mırıldandıktan sonra mutfağa baktı.

 İşte oradaydı. Bir elinde Felix'in telefonu, dolaptan dolapa geçip biraz önce telefonda gördüğü şeyin malzemelerini çıkartıyordu. Aynı şekilde, sevgilisine geldiğini belli etmeden sessizce ilerledi. Tam olarak arkasında durduğunda kollarını beline bağladı, başını sırtına yasladı ve sevgilisinin çok sevdiği kokusunu içine çekti. Elleri altındaki beden beklenmedik temasla durmuştu. 

 "Teşekkür ederim."

 Gözleri kapalıyken fısıldadı. Sevgilisinin de aynısını paylaştığını bilmeden yüzüne huzurlu bir gülümseme yerleştirdi.

SlumpHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin