avuçlarıma yasladığım karton bardaktan buharlar yüzümü ısıtıyor, o gün döktüğüm soğuk kahvenin aksine bana yardımcı oluyordu. bugün seni hatırlatmak için her şeyi önüme çıkarıyor hayat. hatırlanacak kadar güzel olmanı dilerdim.
hayat çıkarcı bir şey. işine geldiğince olanı seçtiren bir seçenek. seçeneklerin seçeneklerinin seçenekleri... işte öyle süregelen, bazen şükrettiren bazense hayatının sonunu dilettiren bir seçeneğin seçeneği. anlık hayatına aldırdığı gibi anlık hayatından alan, hiç olmamışçasına yaşamaya devam ettiren bir seçenek.
ileride bir bank ve yan yana oturmuş çift, biz de öyleydik o gün. tesadüfi buluşmaya giderken karşılaşıp heyecanımızı attığımız sonrası sana su almaya gittiğimiz hızlı bir girişti bizimkisi. günde sekiz litre suyu nerene içtiğini sorgulamıştım. çok konuşuyordun. yürüyen merdivenlerden inerken utanıp aşağıya katına inmiştim ve gülmüştün. biraz oturup başka bir kafeye geçmiştik, konuşmuştuk ve konuşmuştuk. kırk beş dakikanın bir saate katiyen yakın olmadığını çok iyi kavrattırmıştın bana ve evet, bir saate asla yakın değil demiştim.
yağmur yağıyordu. boynumda en yakın arkadaşımın atkısı vardı ve ince bir badi. üzerini giyin demiştin ve yanımdaki kalın kazağı üzerime geçirişimi dikkatle izlemiştin. beni çok izlemiştin. saçlarımı karıştırıp duruyordun. karşı karşıya oturmalarımız dışında...
yağmuru sevdiğimden bahsetmiştim üşümeme rağmen. elimdeki peçeteyle oynuyordum ve sürekli gözlerime ve elime bakıyordun. gülümsüyordum ve utanıyordum beni izledikçe.
temas etmeden duramayışımı anlamıştın. ayakkabımın ucunu ayakkabına değdirip sen çektikçe yine de değdirişimden ama sonunda tamamen çektin ayaklarını ve sallamaya başladım bacaklarımı ki yine de bir süre sonra bacaklarımı bacaklarınla sıkıştırıp sallamamı durdurmuştun.
dirseklerimi masaya dayayıp gözlerine baktığımda yanaştın bir süre konuştuk ve sonra kaşlarını çattın. kolumu çektirdiğinde kahveyi devirdiğimi ve ne kadar sakar olduğumu söyledin. bunu zaten oraya oturmadan önce de belli etmiştim. gülmüştün.
üşümüştün. burnun kızarmıştı. tatlıydın. güldükçe seni güldürmek istedim.
parka yürüdük oysa eve gidecektik. oyuncakları inceledik sırasıyla ve sonra bir banka oturduk.
konuştuk. üşüyorduk.
üşüdükçe dudaklarımı yalıyordum ve gözlerin ara sıra dudaklarıma bakıyordu. senin yüzünden ben de senin dudaklarına bakıyordum. bilerek yanaşıyordun. bacağımı üşüdüğümü gördükçe dizimden biraz yukarıya doğru ovuşturuyordun. utanıyordum ve çenemden tutup kızaran yanaklarıma ve çeneme gülmüştün.
kafanı tutup ne güzel gülüyorsun demiştim. ne kadar güçlü olduğumu söylemiştin. bakıştık. öpmek istiyordum ama yapamadığımı fark etmiştin. yapmıyordun da. en sonunda dayanamayıp öpüp çekildin. yaklaşıp öpmeye çalıştım ama uzak kaldın ve başını tutup öptüm hemen. dudaklarımı emdiğinde geri çekildik bir süre sonra gözlerin dolu doluydu. sarıldım. duygulandım. başkasıyla öpüşmek istemediğimi söyledim. öpüştük. ilk öpücüğümdü ve sen dudaklarımdaki en güzel tat olmuştun.
o bankta onlar yan yanaydı ve belki o kız da ilk kez öpüşecekti. heyecanı gözlerimi doldurmuştu.
pişman mıydım? hayır. ayrıydık, çok ilgili değildin bana ama iyi ki ilk seni öptüm çünkü hoşuma çok gittin ve yine olsa yine yapardım. çünkü çocuklaştım ve o çocuk ruhumu sevdiğini gözlerinde gördüm. sence de pişman olunmayacak kadar hoş değil mi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
izledim bizim başka versiyonumuzu.
Aléatoiregünler geçti, sen geçtin ama gözümün önünden de geçemedik.